Hızlı bir bellek turu attım. Galiba ben Mayıs 1972'deki 5. Olağanüstü Kurultay'dan bu yana, siyasal göçmenlikte geçen 12 yıl (1980 – 1992) dışında bütün CHP kurultaylarını izlemişim. Geçtiğimiz hafta sonundaki 37. Olağan Kurultay hariç…
Kimini o sırada çalıştığım gazetenin yönetimini ikna edip gönüllü olarak izlemişim, kimini gazete yönetiminin zoruyla görevli olarak.
O yüzden ev ödevini yapmamış öğrenci tedirginliği ile son kurultay üstüne tek satır yazmadım.
Öyle ya, haberci dediğin canlı olarak izlemedikçe, salonda fır dönüp partinin bütün kanatlarını yoklamadıkça kurultay haberi, notu, izlenimi mi yazılır? Halk TV ekranında canlı yayınlanan kurultayı izleyip habercilik numarası yapacak da değilim. Bu en azından okura saygısızlık, mesleğe de ayıp olurdu.
Ama artık Korona salgını günlerinde seyircisiz ve ister istemez renksiz geçen kurultay sona erdi; tek adam olarak girdiği yarışta (yarışta?) çelebi siyasetçi Kemal Kılıçdaroğlu dört yıllığına daha genel başkan seçildi; iki kurultay arasında en yetkili parti organı olan Parti Meclisi belli oldu.
Parti Meclisi'ne kimler girdi, kimler dışında kaldı, kimler Kılıçdaroğlu'nun listesini deldi, kimler o listede yer almasına rağmen seçilemedi?
Parti tepeleri ve kademeleri bu sorularla diledikleri gibi ilgilensinler, oyalansınlar. Benim açımdan bunlar önem taşımıyor.
Bu kurultayda önemli olan soru CHP'nin "kemik oylar" diye nitelenen ve devlet kapitalizmini solculuk sanan, 6 Ok'taki "milliyetçilik ilkesi"ne 2020 yılında bile itirazı olmayan üyeleri, yandaşları ve seçmenleri ile mi yetineceği, yoksa 53 yıldır, olduğunu iddia ettiği ama bir türlü olamadığı sosyal demokrat bir partiye dönüşecek adımları mı atacağı idi.
Önemli olan bu. CHP açısından yaşamsal olan da bu. Yoksa kaç on yıldır iktidar yüzü görmeyen bir siyasal partinin daha ne kadar yaşam şansı olabilir ki?
Elbet saplanıp kaldığı yüzde 25'i geçemeyen oy gücü ile yaşamını sürdürebilir ama buna da yaşamak mı denir?
Kurultay'ın önemi Kılıçdaroğlu'nun konuşmasının omurgasını oluşturan, delegelerin oybirliği ile kabul edilen ve parti yönetiminin umut bağladığı ve umut saçtığı "İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesi"nde.
CHP'nin daha önce de parti programının ötesine taşan beyannameleri (bildirgeleri) oldu.
Benim hatırladıklarımdan ilki CHP'nin 1959 Kurultayı'nda, 9 yıllık muhalefet dönemin sonunda, ülke çok güç ekonomik ve siyasal bunalımlar altındayken kabul edilen "İlk Hedefler Beyannamesi"ydi. Parti bu "beyanname"yi çok önemsemişti.
Ama kağıt üstünde kaldı.
Bu konuda TİP'in ilk yıllarında, 1962 Anayasası halkoyuna sunulup kesinleştikten sonra Sadun Aren öğretmenimizin kendine özgü ve kendine pek yaraşan "kıs kıs gülüş"ü eşliğinde yaptığı değerlendirme yeterli açıklık taşıyor. Sadun Aren TİP'li gençlerle sohbet ederken söylemişti ve neredeyse tam alıntı yapacak kadar belleğime kazılı.
Sadun Aren şöyle demişti:
- İlk hedefler beyannamesi ölü doğmuş bir program hedefi idi. Ama trajik olan Turhan Feyzioğlu, Emin Paksüt, Coşkun Kırca, Kemal Satır gibi "Soğuk savaş siyasetçileri"nin öyle bir siyasal ve demokratik hedefe, değil sahip çıkmak, desteklemeleri bile mümkün değildi ve CHP o dönemde tümüyle bu ekibin elindeydi. Nitekim hiçbir adım atılamadı.
Gel görki 27 Mayıs darbesinden sonra iktidarı ele alan çeşitli rütbeden askerlerin oluşturduğu "Milli Birlik Komitesi" o beyannamedeki hedeflerin neredeyse tümünü 1962 Anayasası içine yerleştirdi. Buna batılı anlamda "Burjuva demokrasisinin ilkeleri" desek hiç de yanlış olmaz. Darbe yapmış bir ordu eliyle demokrasi… Buna herhalde tarihin cilvesi ya da siyasetin paradoksu demek gerekir…
Daha kısa ve daha derin bir analizin üstesinden gelemem. Sadun Aren için boşuna öğretmenimiz derken hiç de abartmadığım belli oluyor değil mi?
Bu CHP'nin -benim hatırladığım ve bildiğim- birinci Beyanname'si idi.
İkincisini daha yakından yaşadım ve izledim: Akgünlere bildirgesi.
Ülke, 12 Mart faşizminden sıyrılıp Ekim 1973 genel seçimine hazırlanıyordu.
Ama bu arada CHP'de köprülerin altından çok sular akmış; partinin değişmez sanılan lideri İsmet İnönü 1972'de toplanan 5. Kurultay'da yenik düşmüş ve Bülent Ecevit önderliğindeki genç bir ekip "ortanın solu" sloganı altında, örümcek bağlamış CHP'yi silkeleyerek parti yönetimine gelmişti.
Seçim öncesi Ecevit ve ekibi bir seçim bildirgesi olan ama bir seçim bildirgesinin çok ötesine uzanan, parti program niteliği taşıyan "Akgünlere Bildirgesi"ni yayımladılar.
Seçim kampanyası sırasında "dağa taşa Karaoğlan" yazılmış; mitinglerde, artık "Karaoğlan" diye anılan Ecevit'in dillendirdiği "Toprak işleyenin su kullananın" ve "Tekelleri kuşatacağız" gibi sloganlar kitleleri sahiden ateşlemişti.
CHP 1973 seçimlerinden birinci parti olarak çıktı. Artık sıra Akgünlere Bildirgesi'nde sözü edilen ve sözü verilen hedefleri uygulamaya sokmaktı.
Ama öyle olmadı. Akgünlere Bildirgesi de kağıt üstünde kaldı.
Çünkü…
Çünkü'sü ve ardından Kılıçdaroğlu'nun açıkladığı ve bu "Tırmık"ın yazılma sebebi olan "İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesi"nin didiklenmesi yarına kalacak.
Çünkü bir gazete yazısının sınırlarını epey aştık.
Yani yarına…