- Atatürkçü müsün, Mustafa Kemalci mi?
Bu birkaç ay eksiği ile 50 yıllık bir sorudur ve 50 yıllık bir mavradır…
Soru belki 50 yıllıktan da eskidir ama mavra başlatan bir soru olarak doğumu 1971'dir. 12 Mart karanlığında, İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nün o zamanki merkezi Sansaryan Han'da siyasi "suçlar"a bakan İstanbul 1. Şube'nin (bugünkü TEM) en üstteki tabutluk denen hücreleri tıklım tıklım dolunca zorunlu olarak solcu siyasilerin de konduğu en alt kattaki, keskin sidik kokulu, zemini her daim ıslak nezarethanede mavraya dönüştü. O berbat koşullarda bile dimdik duran, falakadan tabanları patlamışken mavra yapmaktan geri durmayan devrimcilerin arasında doğdu ve yayıldı…
Türkiye'de (ve dünyada) solun tırmanışa geçtiği yıllardı.
İki ana akım vardı. Türkiye İşçi Partisi'nin (TİP) temsil ettiği Türkiye'nin 1908 ve 1923'de demokratik devrimini tamam ettiğini, artık sosyalist devrim eşiğinde bulunduğunu savunan çizgi ile Milli Demokratik Devrim (MDD) diye anılan ve ordudaki "ilerici subayları" da içine alan, hatta arada bir "Ordu gençlik elele, milli cephede" gibi sloganlar da savuran çizgi. Her iki çizginin kendi içinde irili ufaklı kanatları da vardı.
Sol bu kadar küçük grupalara kanatlara ayrışmış, aradaki ayrımcıklar öylesine incelmişti ki, solcuların kendileri bile grupları, kanatları saymakta zorlanmaktaydılar.
Polis ise haydi haydi…
Yıllardan beri kullanılagelen "Komünisttir, tık içeri, bas falakayı" günleri geride kalmıştı, yetmiyordu. Ama poliste bundan ötesini kavrayacak bilgi de, ciddiye alınır istihbarat da, kültür(!) de yoktu. İçlerinde sadece İhsan bey adlı bir komiser azı ayrımları kabaca (çok kabaca) biliyordu. O yüzden sorgunun bütün yükü de onun omuzlarındaydı. Ama tek başına o kadar solcuyu sorgulaması mümkün değildi. Kendince çok yalın bir sorgu yöntemi geliştirdi. Sorgu için karşısına getirilene soruyordu:
- Atatürkçü müsün, Mustafa Kemalci mi?
Cevap olarak "Atatürkçüyüm" diyen paçayı sıyırıyor, tıklım tıklım dolmuş Sansaryan Han'dan ya "taburcu"oluyordu ya da top Selimiye kışlasındaki savcılara atılıyordu.
Ama sıkı devrimciler için cevap kısaydı:
- Mustafa Kemal'ciyim…
Bu kısa cevabın sonucu da belliydi: Demek ki bu bir terörist. Öyleyse tutuklanması önerisiyle doğru sıkıyönetim savcılığına…
Alt kattaki nezarethanede Kırklareli'nin bir sınır köyünden getirilmiş, uzun boylu, hafif tombul, kırmızı yanaklı, çok, ama çok sevimli bir çoban da vardı. Bulgaristan sınırına yakın bir yerde ineklerini otlatırken, Bulgaristan tarafına giden ineğini çevirmek için koşmuş ve anında "Bulgaristan'a kaçmaya çalışan bir komünist" olarak yakalanıp Sansaryan Han nezarethanesi getirilmişti. Sorgudan dönenlerin başına ilk o yaklaşıyor, bir yandan falakadan patlamış tabanlara suyla bir tür "pansuman" yaparken bir yandan da soruyordu:
- Ne sordu, ne dedin?
Bütün cevapları ve sonuçlarını belleğine yerleştirmiş. Nihayet sıra onun sorgusuna geldi. Götürdüler. Döndüğünde gülüyordu. Gardiyan polis de gülmesini zor tutarak seslendi:
- Toplan lan, gidiyorsun. Buralarda oyalanma, yine başını belaya sokma. Doğru köyüne, tamam mı?
Onun sorusu ona soruldu:
- Ne sordu, ne dedin?
Olağanüstü sevimli sırıttı:
- Hep aynı be yav. Sordu: Atatürkçü müsün, Mustafa Kemalci misin?
- Sen ne dedin peki?
- Dedim ona, Gazi Mustafa Kemal Atatürkçüyüm be komiserim.
- Eeee?
- Eee'si güldü, dedi sonra, alın götürün bunu başımdan. Yollayın gitsin köyüne.
Sahiden de yolladılar.
Çobanın fendi sorgucu komiser İhsan beyi yenmişti…