Bir gazetenin mutfağından dağıtım örgütünün sinir uçlarına kadar mesleğimizin her aşamasında usta diye anılmaya fazlasıyla layık Fuat Büte ağabeyim bir gün beni karşısına çekti:
- Bana bak çocuk. Türkçen fena değil dedim diye şımarma… Sus, sözümü kesme. Sende şımarma eğilimleri görüyorum… Bak şimdi, eğer kendinden söz etmek istiyorsan, arkadaşlarını topla. Bir kahveye oturun. Orada istediğin kadar kendini anlat. Ama gazete haberinde ya da yazısında ille de kendinden söz edeceksen, et, ama ardından hemen bana gel; karşıma otur; sana sıkı bir fırça çekeyim… Şimdi yıkıl karşımdan…
Yıkıldım. Ama o öğüt hiç aklımdan çıkmadı.
Yok, birkaç kez çıktığı oldu. Üstelik Fuat amca öteki dünyaya göçtüğü için fırça atan da olmadı.
Sonuncusu dünkü Tırmık’tı.
Aydın Engin efendinin soğuk algınlığından mı yorgan döşek olduğu, yoksa Koronavirüs ile mi buluştuğu çok önemli bir konuymuş ki yazının yarısını oluşturdu. Yani CNN İnternational, BBC ve Sputnik niçin altyazı geçmedi ve haberi atladı anlayamadım.
Çok sayıda okuru da boş yere telaşlandırmış oldum. Tek tek cevap veremem. Toplu bir özgür dilemekten öte elimden gelen yok.
Fuat Büte amcam mezarından uzandı, kulaklarımı çok sert çekti. Bu haltı bir daha kolay kolay yemem.
Söz…
Dört gün önce, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın "Biz bize yeteriz" sloganının ardına sığınıp... Devlete ait banka hesaplarının IBAN numaralarını yayınlayıp herkese, eksiksiz her yurttaşa "Pamuk eller cebe... Koronavirüs ile mücadele için para lazım. Sökülün paraları" dediği an bu ülkede Koronavirüs salgını önemini yitirdi. Bir sağlık krizi bir ekonomik krize değil, bir devlet yönetimi krizine dönüştü.
Cumhurbaşkanlığı sistemi adı konmuş ve ABD’deki başkanlık sistemiyle bile yakınlığı kalmamış, denetimsizliğin, keyfiliğin, "ben ne dersem o" düzeninin, hesap sorulamazlığın ve hesap vermeme kararlılığının kolgezdiği bir devlet düzeni kendini olanca açıklığı ile ortaya koydu.
Başındaki zatın bırakınız çok ağır bir krizi çözmeyi, bir ülke yönetmeyi bile beceremeyeceği, bunun için gerekli kültürel, demokratik ve siyasal birikimden nasipsiz olduğu ek açıklamalara gerek bırakamayacak bir ayan beyanlıkla karşımızda.
Şunu kavramaktan aciz(ler). Devletten ihale alan, devletle hoş geçinmek zorunda olan iş çevrelerinden memurluğu iktidarın emir kulu olmak olarak kavrayan yöneticilere (ister bilmem nere tapu müdürü, ister bilmemne kamu bankası başkanı, hiç farketmiyor)... Bu kişi ve kurumların itişi ile üç beş kuruş toplanacak. Ancak geniş kitleler zırnık bağış yapmayacaklar.
Bağış yapmayacaklar, çünkü paraları yok. İşten çıkarıldılar ya da çıkarılmak üzereler.
Bağış yapmayacaklar çünkü güvenmiyorlar. O paraların tırtıklanmayacağına, eşe dosta peşkeş çekilmeyeceğine inanmıyorlar.
Hele hele büyük şehir belediyelerinin yurttaşlara ulaşmak için sıvadıkları kollar karşısında panikleyip, "Ya bu işi becerirlerse" kaygısı gibi bir ayıba sarılıp yardım girişimlerini yasaklamaya, toplanan yardım paralarına el koymaya kadar varan bir "korsan devlet" modeli karşımızda iken…
Kısa ve net:
Bir sağlık krizi yaşanıyor ve yaşanacak. Bu iktidarın beceriksiz ve zırcahil karar alıcıları yüzünden bu krizi olabileceğinden çok daha ağır atlatacağız.
Bir ekonomik kriz yaşanıyor. Parlak laflarla, yurttaşın olmayan paralarından olabildiği kadar tırtıklama hesapları ile bu kriz aşılamayacak. Aşıldığında geriye sahici bir enkaz kalacak.
Ama en ağırı devlet yönetimi tümüyle çöküşe yürüyor. Hem mali, hem hukuksal hem siyasal bir çöküşe.
Kötümser miyim?
İyimser olmanın budalalıkla eşanlamlı olduğu günlerdeyiz.
Evet, kötümserim…