Hayat durmadı, ülke sarsılmadı, gücünü üretimden alanlar en etkili silahlarını kitlesel terimini hak edecek ölçüde kullanmadılar...
Dün bir genel grev eylemi vardı. Zonguldak’ta bir iş cinayetine kurban giden 30 maden işçisiyle dayanışma ve soruna dikkati çekme amacıyla düzenlenmişti.Dört emekçi konfederasyonundan sadece biri, işçilerin değil memurların, hizmetli diye tanımlanan emekçilerin tepe örgütü KESK üyeleri hemen hemen eksiksiz katıldı.Adı genel grev idi. Ama hayat durmadı, ülke sarsılmadı, gücünü üretimden alanlar en etkili silahlarını kitlesel terimini hak edecek ölçüde kullanmadılar. Bir genel grevden etkilenmesi gereken elebaşıların rahatı kaçmadı, huzuru bozulmadı; tedirgin bile olmadılar.Neden?En büyük işçi konfederasyonu olan ve özel sektörde sendikalar neredeyse kazınmasına rağmen işlerini yitirme tehlikesi görece çok düşük olan kamu işçilerine dayanarak varlığını rahatça sürdürmekte olan Türk-İş katılmadı. Artık unutulmuşa benzeyen “sarı sendikacılık”ı ülkemizdeki oldum bittim benimsemiş olan Türk-İş’in yönetiminin tavrı şaşırtıcı değil. Ama tabandan da tepe yönetimini zorlayacak bir baskı gelmediğini not etmeden geçmeyelim.AKP yönetimine yakın bir konfederasyon olduğu bilinen Hak-İş Konfederasyonu'ndan da genel grev yönünde çıt çıkmadı. Eh bu da şaşırtıcı değil. Bugün yaşamı durduracak, dikkatleri üstüne çekecek etkili bir eylem öncelikle “durum”un sorumlusu AKP hükümetini zayıflatır, zora sokardı.Hak-İş o yüzden katılmadı. Ama onun tabanından tepeyi zorlayacak bir basınç gelmediğine de not etmeliyiz...Kuruluşundan bu yana kamu kesimine giremeyen, kamu kesimindeki fabrikalarda örgütlenme girişimleri binbir türlü baskı ile engellenen ve o yüzden örgütlü olduğu, olabildiği özel sektörde 12 Eylül sonrasındaki hunhar “sendikasızlaştırma” operasyonları yüzünden gücü oldukça zayıflayan DİSK de eyleme oldukça “göstermelik” katılabildi...Sonuç: Bugün Türkiye’de emek hareketini eğitim, sağlık, büro emekçilerinin ağırlığını oluşturduğu KESK temsil etmekte... Hani 12 Eylül öncesinde işçi sınıfının organik bir parçası değil, yandaşı, destekçisi olarak tanımlanan, sanayi proletaryasına dahil edilmeyen emekçi kesimlerin örgütü KESK...Dünün notları bu kadarla kalsın.Ama TEKEL işçilerinin aylardır süren direnişinde de işçi sınıfından bir “sınıfsal destek eylemi”ne tanık olmadık. TEKEL direnişine bakıp “İşçi sınıfı yeniden şahlanıyor” kof edebiyatına sarılanlar direnişin sürdüğü alanlarda TEKEL işçilerinin yanında öteki iş dallarından işçileri göremediler...Bitmedi. Bazı işyerlerinde (Mesela TÜBİTAK’ta, İstanbul Belediyesi'nin itfaiyecileri arasında, bir kimya fabrikasında) küçük grevler var. İşten atılanların başlattığı küçük direnişler var. Onlarla bir sınıf dayanışması niteliği taşıyacak destek eylemlerine de tanık değiliz.Yine bitmedi. En gelenekli işçi kenti olan Zonguldak’ta 30 arkadaşlarını yitiren öteki madencilerin sert, caydırıcı, önlem almayanları ürkütücü bir eylemlerine tanık olmadık. Keza 30 maden işçisinin göz göre göre ölmesi (“Öldürülmesi” diye okuyun) ülke çapında bir işçi hareketini tetiklemedi.70’li yılların bir bayram yerini andıran grev çadırlarını hatırlayan kuşaklar bugün fabrikalarının, işyerlerinin önünde derme çatma çadırlarda direnen üç beş kişiden ibaret işçileri gördükçe, Zonguldak’ta yerin yedi kat dibinde ölümle pençeleşen arkadaşları varken öteki kömür işçileriyle üretiminin devam ettiğini gördükçe, genel grev çağrısına hemen hemen sadece “sanayi proletaryası” dışındaki emekçilerin, KESK’lilerin katıldığını gördükçe üzülmenin ötesinde bazı yakıcı ve bir zamanlar “günah” sayılan soruları kendilerine soruyorlardır.Kof bir “devrimci” edebiyatı elimizin tersiyle itip, ezberlerimizi kendimiz bozup, Türkiye’nin ötesine, dünyaya da bakmayı becerip ve günah sorular sormaktan korkmayıp enine boyuna düşünmek ve önce kendimizi ikna edecek cevaplar üretmek zorunda değil miyiz?Tırmık bu konuya daha çok dönecek. Bugünkü bir giriş olsun...