Devlet katında itibar gören ve desteklenen ırkçılık sosuna bulanmış milliyetçilik söz konusu olduğunda hiç duraksamadan "Al birini vur ötekine" dedim, derim, galiba daha epey süre diyeceğim.
Türkiye ve Yunanistan'dan söz ediyorum.
Bugünlerde Doğu Akdeniz'deki olası enerji kaynaklarını paylaşamayıp, "diplomasi silahı"nı kullanmayı beceremeyip, "silahların diplomasisi"ne başvuracaklarını ima hatta ilân eden Yunanistan ve Türkiye iktidarlarından…
Türkiyle ile Yunanistan arasındaki "Kıta sahanlığı" tartışması ben mesleğe başladığımdan beri tartışılıyor. Yani neredeyse "milattan önce"den beri. Uluslararası hukukun tanımladığı kıta sahanlığı kavramı Türkiye ile Yunanistan arasında geçerliği ve uygulanması olanaksız bir kördüğümdür.
Keza Libya ile Türkiye arasındaki son anlaşmada sıkça geçen "münhasır ekonomik bölge" terimi de Ege denizinde ve Doğu Akdeniz'de uluslararası deniz hukukunun uygulanması pek zor kavramlarından biridir.
Bütün bu belirsizlik yaratan konular ise Yunanistan ile Türkiye arasında sert diplomatik tartışmalardan, tek taraflı uygulamalara, gerginliklere, karşılıklı kuru-sıkı tehditlere yol açıyor.
Bu da her iki ülkede milliyetçiliği besleyen gübre işlevi görüyor. Keza iki ülke de içerideki sorunları örtebilmek, halklarının ilgisini ve dikkatini kaydırmak için bu tartışmaları düşmanlık iklimi yaratan elverişli kaynaklar olarak tepe tepe kullanıyorlar.
Şu anda iki güncel ve çetrefil sorun var.
Birincisi: Libya ile Türkiye'nin Kasım 2019'da imzaladığı anlaşmada tanımlanan "münhasır ekonomik bölge" ile Yunanistan ile Mısır'ın geçen hafta imzaladığı "Deniz Yetki Alanı" adlı anlaşma.
Uluslararası deniz hukukunun bıktırıcı ayrıntılarını bir yana bırakırsak yalın bir tanımlama yeterli:
Mısır ile Yunanistan arasında bir düz çizgi çekin. Sonra da Libya ile Türkiye arasında benzer bir çizgi çekin. Ortaya bir çapraz, X harfi gibi bir şekil çıkacak. Birbiri ile çelişen ve birbirini yoksayan iki anlaşma var. Her iki taraf da kendi haklılığı üstünde ısrarlı. Nitekim Türkiye, Mısır-Yunanistan anlaşmasını hemen "Yok hükmünde" ilan etti. Yunanistan ise Dışişleri Bakanı Dendias'ın ağzından daha fiyakalı bir üslup kullandı: "Türk-Libya mutabakatı, ilk dakikadan itibaren ait olduğu yerde sona erdi: Çöp tenekesinde".
Gel gör ki Türkiye'nin "yok hükmünde" dediği anlaşmanın tarafları "var hükmünde" demekte, Yunan bakanın "çöp tenekesinde" dediği Libya-Türkiye anlaşması da anlaşmanın taraflarına göre kesinlikle yürürlükte.
Bu iki ülke arasındaki çetrefil ve gerginlik yaratan konuların birincisi idi.
İkincisi: Doğu Akdeniz'de, Lübnan kıyıları, Kıbrıs'ın güneyi ve kuzeyi, Mısır'ın kuzeyi, Israil'in batısı, Türkiye'nin güneyinin arasında kalan bölge. Burada doğal gaz ve petrol yatakları olduğuna ilişkin güçlü bulgular var.
Peki bu denizaltı servetinin sahipleri kimler olacak, kimler avucunu yalayacak?
Bu soru şu anda cevapsız ve cevapsız kaldıkça da gerginlikler kaynağı olmaya devam edecek…
Gerginlik yaratan konular her zaman milliyetçi güçler için bereketli bir beslenme kaynağıdır. Gerginlikler bazan tek taraflı bazan karşılıklı tırmandırılır. Denizse savaş gemileri ve savaş uçakları, karaysa tanklar, toplar, uçaklar hareketlenir.
Halkların yüreği ağzına gelir. Medya destekli milliyetçi kabarış ırkçılıkla beslenerek tırmanır, tırmanır, tırmandırılır.
Sonuç bir savaşa dönüşür mü?
Falcılık benim mesleğimin işi de değil, alanı da değil.
O yüzden kesin bir yargı yerine "Umalım sıcak bir savaşa yol açmaz" demekten ve her iki ülkenin tepe yöneticilerini uyarmaktan yanayım.
Onlara "Durun siz NATO kardeşisiniz" diyeceğim.
Dinlemezlerse zaten NATO'nun asıl patronları onlara bunu söyleyecekler, "Durun siz NATO kardeşisiniz" diyecekler ama bu benimki gibi dostça ve barışçıl bir uyarı gibi değil, "O enerji yataklarını kimselere yedirmeyiz" anlamında epey sert bir tonla, onur kırıcı bir üslupla yapacaklar.
Ben sadece NATO kardeşlerini vakit varken fırça yemelerini önlemek amacıyla uyarayım dedim.
Bundan sonrasını artık kendileri bilir…