... Erbakan, bu yazının yazıldığı gün (Pazar) öldü. Gazeteler haberi bugün verecekler...
Töredir. Ölünün ardından kötü konuşulmaz. Töre midir bilemem. Ama ölünün ardından ikiyüzlülük de yakışık almaz. Erbakan, bu yazının yazıldığı gün (Pazar) öldü. Gazeteler haberi bugün verecekler. Ama ikiyüzlülük beklemedi, elektronik medyada hemen dün başladı. Onu yüzüstü bırakıp AKP’yi kuranlar sıraya girmiş Erbakan’ın faziletlerini, hizmetlerini, öğrettiklerini övme yarışındaydılar. Sağlığında ondan sadece dalga geçmek için ya da şeriat düzeninin siyasal figürü olarak söz eden kimi meslektaşlar ne seçkin siyasi önderliğini bırakıyor, ne Türkiye’ye ettiği hizmetleri sıralamayı... Salt onlar mı? Genelkurmay Başkanlığı da kendi internet sitesine bir başsağlığı mesajı koydu. Eh, olur, bu ülkede başbakanlık yapmış birinin ardından bir kurum olarak TSK adına Genelkurmay Başkanı da bir başsağlığı mesajı yayınlayabilir elbet. Tamam, yayınlayabilir ama şöyle yazar mı: "Saadet Partisi Genel Başkanı ve eski başbakanlarımızdan Sayın Prof. Dr. Necmettin Erbakan'ın vefatını büyük bir üzüntüyle öğrenmiş bulunuyorum. Değerli bilim ve siyaset adamı olarak ülkemize yaptığı büyük hizmetleri daima hatırlanacaktır. Şahsım ve Türk Silahlı Kuvvetleri adına merhuma Tanrı'dan rahmet, kederli ailesine ve Ulusumuza başsağlığı dilerim." Eğer böyle yazarsa siyah dizip altını çizdiğim cümleyi okuyanlar “Peki 28 Şubat kime karşı yapılmıştı ve gerekçesi neydi” diye sorsalar haksız mı olurlar? Ben töreye uyacağım. Erbakan’ı gülümseyerek hatırlayacağım. Hem de sahiden keyifli bir meslek anısıyla... * * * Bir seçim gezisindeydi. Ecevit’in seçim otobüsünün en arka sırasına, koruma polislerinin yanına oturmuş, rahmetli Örsan Öymen’le hem sohbet ediyor, hem cep kanyağımızdan birer fırt çekiyorduk. Bir fırt, iki fırt derken biraz çakırkeyif olduk galiba... Trakya’daydık; Evreşe sapağından geçiyorduk. Ecevit, otobüsün en önünden kalktı, ciddi bir suratla (zaten hep ciddiydi ya) arkaya kadar geldi ve ortaya mı, bize mi olduğunu pek kaptıramadığımız bir soru sordu: - Güzelim Evreşe’nin adını Kadıköy yapmışlar... Evreşe, ne güzel... Türküsü bile var. Kim yapıyor bunu, kim değiştiriyor bu belde adlarını kuzum? Örsan Öymen dilini tutamadı: - Başbakana sormak lazım efendim dedi, en iyisi başbakana sormak... O günlerde Başbakan Ecevit’ti. Suratı karardı. Döndü yerine gitti ve bize küstü. Her akşam gazetecilerle yaptığı değerlendirme toplantısına biz çağrılmadık. Zaten hem Örsan’ın, hem benim gazetelerimizden telefon da geldi: “Ecevit size kızgın. Ayrılın o ekipten. Siz artık Erbakan’ı izleyeceksiniz. Ecevit’i başka arkadaşlar izleyecek...” Emir yüksek yerden. Uyduk. Ecevit’in ardı sıra Trakya’yı dolaşan Erbakan ekibine katıldık. Tekirdağ, Kırklareli, Saray, Çorlu... Erbakan her yerde aynı konuşmayı yapıyor: ... Muhterem vatandaşlarım, şu meydanı dolduran mahşerî kalabalık bize iktidar müjdeleri getiriyor... Bizim iktidarımızda sanayi birinci sıradadır. Makina yapan makina fabrikalarını biz kuracağız. Biiiizzz...” Meydanda iki üç yüz kişi de olsa, bir iki bin de olsa değişmiyor. “Kalabalık mahşerî” ve iktidar Erbakan için çantada keklik... Bize de aynı haberi allayıp pullayıp, farklı aktarmak için “izlenim-haber” cambazlıkları yapmak düşüyor. Sonunda sıkıldık. Malkara mitingi haberini alelacele geçip, bir otobüs bulup Çanakkale yolunu tuttuk. Erbakan daha Malkaralılarla vedalaşacak, sonra Keşan mitinginde konuşacak, sonra Çanakkale yoluna düşecek, akşam üstü filan ancak ulaşıp miting yapacak. Bize çooook zaman kaldı. Eceabat’ta çardak gölgesinde nefis bir açık hava meyhanesi keşfettik. Erbakan’ın yanındayken yapamayacağımızı yaptık ve öğlen rakısına oturduk... Biraz sonra ve aynı anda şeytan kafamıza girdi. Erbakan nasıl olsa Çanakkale’de de aynı konuşmayı yapacak, aynı şeyleri söyleyecek. Ne lüzum var şimdi araba vapuruna binip Çanakkale’ye geçip, miting izleyip, telefon için PTT’de sıraya girmeye?.. Şurada serin çardak gölgesinde, firil firil esen boğaz rüzgârına karşı şişenin dibine vurmak varken... Oturduğumuz yerde Erbakan’ın hem Keşan, hem Çanakkale mitinglerini haberleştirdik. Ayrıntılar, anekdotlarla süsledik. Telefonla (o zamanlar başka olanak yoktu) gazetelerimize yazdırdık ve öğlen rakısını akşamüstü rakısına çevirdik... Ertesi gün gazetelerimizden arandık. Ben ucuz atlatmışım, çünkü yazı işlerindeki arkadaşlarım patron görmeden yazıyı çöpe atmayı becermişler. Ama Örsan Öymen o kadar şanslı değildi. Yazdırdığı haber genel yayın yönetmeninin masasına kadar ulaşmış. Meğer Erbakan miting sonrası camiye gitmiş, aptes alırken sendelemiş ve ayak bileği “uff” olmuş. Keşan mitingi iptal; Çanakkale mitingi de bir gün sonraya ertelenmiş... “Yapılmayan mitinglerin haberini yazan” acar gazeteciler olarak namımız çoktan Erbakan ekibindeki gazeteci arkadaşlara, onlardan da Erbakan’a ulaşmış. Ertesi gün bizi yanına çağırdı. Elini omuzlarımıza koyup gülerek konuştu: - Atlatma haber lafını duydum ama sizin gibisini duymadım... Her iki mitingi de pek güzel anlatmışsınız...Tebrik ederim. * * * Ne diyelim... Hoca nasıl olsa cennete gitmiştir. Rahmetli arkadaşım Örsan Öymen ise gitmemiştir. Benim de gitme ihtimalim yok... Yani Hoca’nın tonton yüzünü bir daha göremeyeceğiz. Ama belki orada T24 okur ve belki de o günü hatırlayıp biraz gülümser...