Galiba bütün alametler belirdi: Suriye’de Beşşar Esed ve 42 yıllık Baas iktidarı gidici.
(Farkettiniz yine Esed yazdım. Dileyenler Esad okusun. Suriye’nin Nusayri Esed (=Aslan) aşiretinden Hafız Esed oğlu Beşşar Esed’in adını tartışmaktansa “Burnumuzun dibindeki barut fıçısı patlarsa ne olur” sorusunu tartışmak herhalde akla daha uygun).
Suriye ilginç, çok ilginç bir ülke.
Suriye için bir “Irklar meşheri” demek belki biraz abartı olur. Çünkü 22 milyonluk ülkenin yüzde 82’si (84? hatta 89?) Arap. Geri kalan Kürt, Ermeni, Türk, Çerkez, Asuri azınlıklar.
Ama bir “Dinler meşheri” dense yeridir.
İslamın hemen hemen bütün renkleri: Sünni mezheplerin tümü, Aleviler diye nitelenen Nusayriler, İran Şiiliğinin (Şia) –mesela- Rafiziler gibi bir kaç kolu, İsmaililer...
Hristiyanlığın üç ana mezhebi ve hepsinin alt kolları. Mesela Ortodoksluğun alt kolu sayılan Suriye Ortodoksluğu, Süryani Ortodoksuluğu, Gregoryen Ortodoksluğu. Keldaniler, Nasturiler, Monofizitler, Aramiler...
Bunlara İslam dışı sayılan Dürzileri, Yezidileri filan da ekleyin.
Daha sayayım mı?..
Bu fotoğrafa bakıp çok farklı dinsel inançlara sahip Suriyelilerin yanyana, içiçe, dostça yaşadığını sanan ve uman yoktur herhâlde!
Dinin temeli inanç ve dindarların farklı din ve inanç gruplarına hiç de dostça bakmadığına, hatta çoğu zaman düşmanlık beslediğine kadim ve yakın tarihin sayfalarında binlerce kanıt var.
O yüzden Suriye son kargaşa başlamadan önce de bir barış toprağı değil, çok kırılgan, neredeyse inanç sahiplerinin diken üstünde yaşadığı bir ülkeydi. Örneğin Şam’daki anıtsal Emevi Camlii’nde dört Sünni mezhep (Hanefi, Maliki, Hanbeli, Şafii) mensuplarının itiş kakışını önlemek için her mezhep kendi imamının ardında ama aynı kubbe altında ve aynı saatte namaza durur. Devletin dizginlerini elinde tutan Nusayriler (=Aleviler?) de farklı mezhepleri temsil eden dört sünni imama devlet kasasından maaş ödeyerek olası çatışmaları önlemeye çalışır.
İdi...
Ama bu dokunsan kırılıcak kadar hassas dengeler üstünde duran yapı çatladı. Hem de parçaları yeniden yapıştırma olanağı kalmamacasına çatladı.
42 yıllık Baas iktidarı artık yama tutmaz.
O yüzden Esed gidici.
Er ya da geç...
Ama can alıcı soru, asıl sorunun yeni başlayacağını haber veriyor: Esed gidici. Peki sonrası ?..
Baas iktidarına karşı ayaklanan bazan USO (Ulusal Suriye Ordusu), bazan ÖSO (Özgür Suriye Ordusu) diye anılan gevşek örgütlenmenin saflarından iktidara gelince ülkedeki bütün hristiyanları Lübnan’a, Nusayrileri İran’a sürme önerileri yüksek sesle dillendirilmeye başladı.
Kaçınılmaz ve ülkeyi kan göllerine dönüştürmesi de kaçınılmaz görülen “Baas sonrası dönem”deki bilinmeyen, bilinemeyen, kestirilemeyenler yüzünden ABD de, AB de şimdilik yoğurt üflemekte. Saddam sonrası demokratik seçimlerin yapılacağı, Batı dünyasına tam entegre olacak bir Irak hesabı ile savaş başlatıp Irak’ı işgal edenler, bugün ne vahim bir hata yaptıklarını ister istemez görüyorlar. Suriye konusunda yoğurt üflemeleri bundan.
Golan Tepelerinden aşağı bakınca çıplak gözle Şam’ı süzebilen Israil militarizmi, olası bir Sünni ve özellikle Hizbullah egemenliğinde kendisine karşı göz kırpmadan kullanabilecek kimyasal silahların ürküntüsünü çok yakından duyuyor ve kimyasal silah taşıyan füzeler havalanmadan harekete geçeceğini açıkça ilan ediyor...
* * *
Bütün bu veriler ışığında Türkiye’nin Suriye politikasına bakılınca hangi sıfat daha uygun düşecek acaba:
Saçmalık?
Ölümcül bir macera arayışı?
Kendini Osmanlı Sultanı sanan Tayyip Erdoğan ile Osmanlı sadrazamı sanan Ahmet Davutoğlu’nun akıl tutulması?
Aptallık...
Birini seçin. Hiçbirini beğenmediyseniz siz önerin...