İster köşe yazısı deyin, iste yorum, ister çoğu Tırmık'ta yapıldığı üzere sohbet, hiç fark etmez. Böyle yazılar döktüren gazeteci, yazıya başlamadan günün haberlerini gözden geçirir, dişine ve meşrebine uygun bulduğu birini seçip işe koyulur.
Ben de öyle yapmaya niyetli, hatta kararlıydım.
Önceki gün Meclis'te konuşan HDP milletvekili, benim can kardeşim, "genç Hrantlar"ın en hası Garo Paylan'ın sözleri üstüne yazacaktım.
"Garo ders verdi. Dersi izlemeyenler şuraya tıklasın da mutlaka izlesin" deyip tıklanacak adresi yazıp Tırmık'ı noktalayacaktım.
Gel gör ki "Haberlere şöyle bir göz atayım" dedim. Demez olaydım. Sadece T24'deki haberler yetti. AKP Reisi Denizli, Konya derken her gittiği yerde yağmış gürlemiş, inciler saçmış. Her bir cümlesi yakama yapışmış "Boş ver Garo'yu, Anadolu halklarını filan. Beni yaz beni" diye bağırmakta. Öteki haber kanallarına göz bile atamadım. AKP Reis'ine seslenip "Eyy Reis, bir ara ver, bir soluklan" demenin, incilerden birini seçmenin alemi yoktu.
Boynumu büktüm, bilgisayarı açtım, iskemleye çöktüm ve işime baktım...
Buyrun.
* * *
AKP Reis'inin "gezi korkusu" ve "sokak takıntısı" ve "demokrasi tiksintisi" yüzünden zembereği iyiden iyiye boşaldı. Önce beş yıl önce müezzinin tanıklığı ile fos çıkmış bir yalanı yeniden ısıtıp önümüze sürdü.
Konya'da bir toplu açılış töreninde yağdı gürledi ve "Af edersiniz Dolmabahçe'de Bezm-i Alem Valide Sultan Camisi'nin içine bira şişeleriyle girdiler. Bunlar böyle ahlaksız" diye üfürdü.
Ne diyelim. "Valla affetmeyiz. Yalan söyleyen biri Cumhurbaşkanı bile olsa affedilmez" deyip geçelim.
* * *
Geçelim de Denizli'deki konuşmasına ne diyeceğiz? Ülkedeki özgürlüklerin, özellikle Anayasa güvencesine alınmış toplantı ve gösteri yürüyüşleri özgürlüğünün alabildiğine kısıtlanmışlığını dile getiren yani mesleğinin gereğini yerine getiren Fox Ana Haber sunucusu Fatih Portakal arkadaşımızı hedef tahtasına oturttu:
"... TV ekranlarından kendini bilmez, haddini bilmez, edep yoksunu bir tanesi çıkmış sokağa davet ediyor. Ahlaksıza bak, ahlaksıza bak. Bu ne terbiyesizliktir? Zaten bunlara yargı gereken cevabı verecektir. Ben buna inanıyorum. Sen ne yapıyorsun? Burası Paris mi?"
Bir devletin en tepesindeki bir zatın bu üslubuna yakışan bir cevap nasıl olmalı?
Ben biliyorum ama söylemem. Karakış kapıdayken Silivri'de volta atmaya niyetim yok. O yüzden sözlerinin son cümlesine cevap verip geçeceğim:
- Hayır efendim, burası Türkiye. Başka sorunuz?
* * *
Bu kadarını söylemek Reis'i kesmemiş. Belli ki öfkesi Fatih Portakal'ın özgürlüklerin kısıtlanmışlığı üstüne söylediği sözlerden ibaret değil. O çok yaygın izlenen bir haber programında kendisine muhalefet edilmesine katlanamıyor. O yüzden hızını alamadı, Şeb-i Arus törenleri için gittiği Konya'da üslubunu bir üst düzeye taşıdı (Yoksa "çukur düzeyine" mi deseydim? Ama demeyeyim. Neme gerek):
- Birileri çıkmış, portakal mıdır, mandalina mıdır, narenciye midir nedir? Sokağa çağırıyor. Haddini bil, bilmezsen haddini bu millet patlatır enseni.
"Ense patlatan millet" nasıl bir millettir bilemedim. Tahminlerim var ama söylemeyeceğim. Neme gerek...
Ancak şu manav tezgahtarı ağzıyla kurulmuş cümlelere bir cevabım var:
- Hayır muhterem Reis, o arkadaş portakal ya da mandalina ya da narenciye ya da herhangi bir zerzavat değil. Portakal onun soyadıdır ve kendisi bu ülkenin değerli bir evladı, bizim mesleğin de övünç kaynağı bir gazetecidir. Ancak sizin bildiğiniz ve pek sevdiğiniz "gazetecimsi"lerden değil, sahici gazetecilerdendir. Hani halkın doğru haber alma, gerçekleri bilme hakkını savunan ve bu yolda gerekirse bedel ödemekten hiç, ama hiç çekinmeyen gazetecilerden...
* * *
Bir önerim var.
Reis'in üslubuna, zihniyetine aktardığım cümleleri yeterince ayna tutuyor.
Şimdi lütfen Garo Paylan'ın Meclis konuşması ile Reis'in cümlelerini ve zihniyetini karşılaştırın.
Sonra da ister öfkelenin, ister kederlenin...
Ben her ikisini de yaptım...