Danıştay "yüksek" denen yargı kurumlarından biri. Görevi idarenin kararlarının yasaya ve Anayasa'ya uygunluğunu denetlemek. Kaymakamlardan cumhurbaşkanlarına kadar uzanan "idare" kurumları kararlarına yurttaşların itirazları da bu "denetleme" görevine dahil.
Sırtını yasladığı dinbazları sevindirmek, zayıflayan desteklerini güçlendirmek için AKP Reisi -bence- ayıp bir adım atmış ve Türkiye'nin imza koyma onurunu taşıdığı İstanbul Sözleşmesi'nden çekilme kararı almıştı. Karar bugün yürürlüğe girdi.
Oysa binlerce (evet, binlerce) yurttaş, kimi tek tek, kimi ortaklaşa dilekçelerle Cumhurbaşkanlığı koltuğundan oturan "Tek adam"ın tek başına aldığı bu kararın iptali için son yasal kapıyı, Danıştay'ın kapısını çaldı. Danıştay'ın bu başvurulara bakacak olan 10. Dairesi'nin 5 "yüksek" yargıcının önünde 200'ü aşkın başvuru dosyası vardı ve hepsi de kısaca İstanbul Sözleşmesi diye anılan "Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi"nden çekilme kararının iptalini istiyordu.
Yumurta kapıya gelene kadar bekleyen Danıştay, Cumhurbaşkanı'nca alınan çekilme kararının yürürlüğe girmesinden sadece bir gün önce bir karar yumurtladı: Cumhurbaşkanı'nın aldığı karar yasalara ve Anayasaya uygundur. Dolayısıyla itirazlar reddedilmiştir…
Karar 5 üyenin 3'nün kararı ile alındı. Tersi yönde, yani Cumhurbaşkanı'nın aldığı çekilme kararının iptal edilmesi yönünde oy kullandığı anlaşılan iki üyenin karara muhalefet şerhi koyup koymadıkları bu yazı yazılırken bilinmiyordu.
Ama itirazları reddeden ve AKP Reisi'nin kararına yeşil ışık yakan kararın gerekçesini okuduk.
Uzmanlar ne der, ne diyecek kestiremem. Bir hukuk bilgesi değilim, hukuk uzmanı da değilim. Ama bu Danıştay kararının ̎Yasaya da, Anayasa'ya da uygun, ancak hukuka, adalete aykırı" olduğunu söylememe, yazmama engel değil.
Unutulmasın ki yasalar ve Anayasalar yanlış olabilir ya da çağın gerisine düşmüş olabilir. Hele hâlâ yürürlükte olan kırk (yoksa yüz kırk mı?) yamalı 12 Eylül Anayasası söz konusuysa…
Ona Anayasa demektense "Amayasa" demek çok daha isabetlidir. Meselâ "herkes parti kurma özgürlüğüne sahiptir". Ama ilgili devlet kurumu (İçişleri bakanlığı) onaylamadan parti kurulmuş olamaz. (Bakınız; Yeşiller Partisi'nin aylardır bekletilen parti kurma başvurusunun hukuk dışı serüveni).
Meselâ Anayasa'da "Herkes önceden izin olmadan gösteri ve toplantı yürüyüşü yapmakta serbesttir" yazar. Sonra eklenir, "Ama mülki amirler güvenlik ve benzeri gerekçelerle yasaklayabilir". Yani serbesttir ama eğer vali ya da kaymakam ya da içişleri bakanı izin verirse…
Tamam, yargıçlar yasaları uygulamakla, yasalara uygun kararlar vermekle yükümlüdürler. Ancak yargıçlar yasaları lâfzı ile değil ruhu ile kavramak ve uygulamakla da yükümlüdürler.
Lâfzını uygularsanız yasa devleti olur. Ruhunu (hedefini, amacını, anlamını) uygularsanız hukuk devleti.
T24'te Danıştay'ın karar gerekçesi yayımlandı. Üşenmeyin, bir göz atın. Orada 3 Danıştay yargıcının yasanın kuru sözcüklerden ibaret hükümlerine bakarak mı, yoksa hukuk ve adalet kavramlarına dayanarak mı başvuruları reddettiğini kolayca görürsünüz.
Bugün Danıştay kurum olarak, 10. Dairenin 3 üyesi aynı zamanda kişi olarak, yargıç olarak sınıfta kaldılar. Torunlarına övünerek anlatabilecekleri ve torunlarının dedeleri ile övünecekleri, bir hukuk bilgesine yaraşır karar verme fırsatını ıskaladılar.
Yazının başlığını "Ey Danıştay, kendini sorgula" koymuştum.
Vazgeçtim.
Böyle sisteme, böyle rejime böyle ve ancak bu kadar "yüksek" yargı yaraşıyor…