1982 ilkbaharında Arjantin ile İngiltere arasında Falkland savaşı patladı. İngiltere'nin ünlü haber kurumu BBC de savaşı izliyordu.72 gün süren savaşın ikinci ayının ortalarında bir gün BBC'nin savaş muhabiri "Gün boyu süren şiddetli çarpışmaların ardından bizimkiler düşman güçlerini püskürterek tepeyi ele geçirdiler" gibi bir cümle kurdu.
Almanya'da siyasal göçmen olarak yaşıyordum. Olayı Alman medyasından izledim. Habercinin cümlesi meslek ayıbı, hatta suçu olarak nitelendi ve alaycı bir soru gazetelerin birinci sayfalarına çıktı:
- Bizimkiler kim, düşman kim?
İtiraf edeyim, o günlere kadar mesleğin bu yanını ve inceliğini düşünmemiştim. Böyle incelikleri bilmeyen, düşünmeyen Türkiyeli gazeteciler arasında yalnız olduğumu da sanmıyorum.
BBC habercisinin yediği halt bana ders oldu.
* * *
(Galiba) 1997'deydi. Cumhuriyet'teydim. Bir okur mektubu aldım. Epey uzun bir mektuptu. Ufak tefek kusurlarla da olsa Türkçe yazan bir Alman okurdan geliyordu. Türk eşi ile birlikte 17 yıldır Didim'de yaşıyormuş. Futbolu çok seviyormuş ve çocukluğundan beri de Dortmund takımının fanatik bir taraftarıymış. Dortmund, o gün Türkiye'de galiba Galatasaray'la oynuyormuş ve benim Alman okur da maçı televizyondan izliyormuş.
Mektubun can alıcı yerini özetliyorum:
- Herr Engin, maçı anlatan sizin spiker "Evet, evet... Maalesef golü yedik. Bal gibi ofsayttı. Ancak hakem maçın başından beri hep onları tutuyor" dedi. Aynı adam Galatasaray da bir gol atınca çığlık çığlığa "Goooooooolll...Gol, gol, gol. Nihayet attık" diye bağırdı sanırım gece boğazı çok ağrıyacak. Maç bitti. Spikere göre "Maalesef yenildik", bana göre "Yaşasın biz yendik". Şimdi söyleyin bana biz kim, onlar kim, maalesef diyen kim? Bu spiker televizyon gazetecisi mi, Galatasaray taraftarı mı? Nasıl gazeteci bu?..
Özet bu kadar. Bence yeterli. O Alman okur yerden göğe haklıydı. Televizyondaki spor gazetecisi de meslek suçu işlediğinin bile farkında değil böğüre böğüre maç anlatıyordu.
Karşılaşıp konuşsak "N'olmuş, elbette öyle diyeceğim abi. Ne yani bir Türk takımını tutmayacağım da tarafsız numarası mı yapacağım... Geç beyim geç..." filan gibi yaveler yumurtlardı.
* * *
Çalıştığım gazetelerdeki genç arkadaşlarımla sohbet ederken, iletişim fakültelerinde "medya ahlâkı" konulu dersler verirken, yazılar yazarken BBC habercisinin ve bizim spor gazetecisinin örneğini sık sık kullandım.
Ancak "medya ahlâkı" değil her zaman "medya ilkeleri" kavramını kullanmayı yeğledim.
Bence "medya ahlâkı" ister haberci, ister yazar, ister editör olsun, gazetecinin kişisel ahlâkından ibarettir; onu bağlar.
Ancak yüksek ya da alçak(!) ahlâklı bile olsa her gazeteci meslek ilkelerine uymakla yükümlüdür. Buna uymazsa meslektaşları, şefleri, müdürleri, meslek örgütleri onu kınar, itibarsızlaştırır ve iyi eder.
Peki ya sadece habercinin kendisi değil, şefleri, müdürleri, yayın yönetmenleri, patronları, patronlarının patronları aynı hamurdan yoğrulmuş, "önce milliyetçiyim sonra gazeteciyim" diye ilke uydurup, kendi uydurdukları ilkeye baş koymuşlarsa ne olur?
Hiiiiiç!..
Bugünlerde AKP medyası neyse o olur.
O haberciler de "Mehmetçik gazeteci" olur...