Artık Koronavirüs ve ondan korunma yolları, yöntemleri üstüne tek satır okumamıza, yeni bir açıklama dinlememize gerek kalmadı. Bilmemiz gerekeni biliyoruz. Ezbere anlatabilecek kadar iyi belledik. Sorun bildiklerimizi, yani öğrendiklerimizi eksiksiz uygulamakta.
Bu uygulamada sınıfta kalma olasılığımız yüksek. Hem de çok yüksek. Sınıfta kalmanın sonucu ise kendimizi olmasa bile başkalarını, tanıdığımız ve tanımadığımız başkalarını ölüme kadar götürebilecek bir virüs bulaşması demek. Kendisinde kuru öksürük, yüksek ateş, bitkinlik gibi bildik göstergeler gözlemeyenlerin yılışık bir gülüş eşliğinde "Bende bir şey yok abi" derken, başkalarını hasta edebilecek bir "virüs taşıyıcı" olabileceklerinin ya farkında olmadıkları ya da bunun umurlarında olmadığı besbelli.
Önceki gün birazı karadan, birazı denizden 180 kilometre yol yaptım. Yol boyu gördüklerim, gözlediklerim bir genelleme yapmaya yetecek gibi. Giyimlerinden, ellerindeki pahalı telefonlardan, kullandıkları otomobillerden hiç de "cahil, okuduğunu anlamaz, seyrettiğini kavramaz" türünden olmadıkları belli olan sekiz on kişilik bir genç grubu buluştuklarında sarmaş dolaş oldular ve el sıkışıp birbirlerini şappadanak öptüler. Bir başka yerde deniz kıyısındaki açıklıkta elele tutuşup düğün halayı çeken genç kadınlar vardı ve halayın başını gelin çekiyordu.
Zaten televizyon kanalları ve gitgide yaygınlaşmaya başlayan sokak röportajları "henüz bulaşmayanların bulaştırabileceklerle buluştukları" parklardan, deniz kıyılarından, kent meydanlarından, cami avlularından bol bol yayın yaptılar.
Yani salgını sınırlama yol ve yöntemlerini uygulamakta sınıfta kalma olasılığımızın epey yüksek olduğu gözle görülür haldeydi…
Özetle "Şunu yapın, bunu yapmayın" yollu öğütlerle oyalanmanın artık alemi de yok, anlamı da yok…
Onun yerine hemen hepimizin kafasında dönüp duran ve henüz cevaplarını bulamamış sorular üstüne kafa patlatmakta yarar var. Madem akıl akıldan üstündür demişler ve doğru demişler, her birimiz kendi çapında, aklının erdiğince sorulara cevap arasa iyi olacak.
İyi olacak, çünkü bu sorular er geç önümüze çıkacak ve bu küresel salgından sonra sağ ve sağlam kalanlar isteseler de, istemeseler de bu sorulara cevap bulmak zorunda kalacaklar.
Basitinden ve yakın gelecekten başlayalım.
İşi uygun olan ve olanakları elverenler evde otursunlar deniyor. Büyük ölçüde de öyle oluyor.
Peki işi uygun olmayanlar?
Öncelikle sağlık emekçileri. Hekimler, hemşireler, bakıcılar, sağlık teknisyenleri. Onlar görev başında kalmak zorunda ve işte tam da bu yüzden asıl onlar topun ağzında.
"Evlerinizden çıkmayın" öğüdüne uyanlar da ekmek, yağ, sebze tüketiyorlar. Televizyon seyredip, bilgisayarlarından internete bağlanabilmeleri için elektriğe; ısınmak, yıkanmak, pişirmek için oduna, kömüre, doğalgaza, elektriğe ihtiyaçları var.
İçmek için, ellerini sık sık ve en az 20 saniye boyunca sabunla yıkamaları için suya ihtiyaçları var.
Ekmek için tohumlar ekilmek, başaklar biçilmek, buğdaylar harman edilip değirmenlere taşınmak zorunda. Değirmenler fırınlara un sağlamak zorunda. Fırınlar ekmek pişirmek zorunda.
Enerji için elektrik üreten doğalgaz, kömür ya da su gücüyle çalışan santraller işlemek zorunda.
Çöpler toplanmak zorunda.
Bütün bunlar kendi kendilerine işlemiyor. Hepsi için emeğe, beden gücüne, akıl gücüne, bilgiye ihtiyaç var ve emek de, akıl da, bilgi de ancak insanlarda var.
Bu durumda evde kalabilecek olanlar emeklilerden, evden yapılabilecek işlerde çalışanlardan, zaten çalışmak zorunda olmayanlardan, okullar kapalı olduğundan öğrencilerden ibaret.
Peki, bu kesimlerin toplamının bütün topluma oranı nedir?
Devede kulak değil, ama herhalde çoğunluk da değil.
Çoğunluk çalışmak, üretmek ve bu yüzden de evde kalmamak zorunda.
Ama haftalardır öğrendiklerimiz evde kalamayanların ya hastalanacaklarını ya da hastalık yayacaklarını söylüyor.
Bu bir kısır döngü değil mi?
Bu döngüyü kırmak mümkün mü ve nasıl?
En basit, neredeyse çocukların bile üretebileceği bir sorudan başladık. Daha zorlu ve belki de cevapsız sorular var. Yarın, belki öbür gün, belki daha da öbür gün devam etsem itiraz eder misiniz?