Günü birlik siyasetin boğuntusundan uzaklaşıp, Batı dünyasının ve onun "göçmenler ve mülteciler taşeronu" Türkiye'nin yakıcı sorunlarından birini konuşalım mı?
Başlıktan anlaşılıyor, mülteciler ve göçmenler Batı Avrupa ve Kuzey Amerika ülkelerinin karabasanı. Avrupa'ya Orta Doğu'nun ve Afrika'nın yoksul ülkelerinden, Kuzey Amerika'ya Orta Amerika'dan göçmen akıyor. Daha doğrusu akmak istiyor, ancak sınırlarda örülmüş geçilmesi güç duvarlara çarpıyorlar.
Ama savaştan, açlıktan, zulümden, katlanılmaz bir yoksulluktan kaçıp refah toplumunun çatısı altına sığınmak isteyenleri durdurmak yine de mümkün olamıyor.
Çare?
Bugünlük Batı Avrupa ile sınırlı kalalım.
Türkiye'ye kapalı kapılar ardında zorlu ve utanç verici pazarlıklardan sonra "Biz size para verelim, siz göçmen ve mülteci akınını durdurun" dendi ve bezirgan siyasetçiler bunu kabul etti.
Bu iğrenç pazarlık işe (evet: İş'e) yaradı. Aylardır Ege ve Akdeniz'de aşırı yüklü şişme botlarla Avrupa'ya ulaşmak isterken, Meriç ırmağını derme çatma kayıklarla ya da yüzerek geçmeye kalkışırken boğulan göçmen haberleri okumadığımızın farkındasınız herhalde.
Ancak bu kez de Türkiye içinde artık AKP iktidarını bile zorlayan itirazlar başladı. İşçiler ve her işi yapmaya razı işsizler çok düşük ücretle, sigortasız, kayıtsız çalışmaya razı göçmenlere düşmanlaşmaktalar.
Keza "ulusağ" ve "ulusol" gibi kesimler de "Biz bu pis Araplarla, Afganlarla birarada yaşamak istemiyoruz. Yaşam tarzları bizi aşırı rahatsız ediyor" diyerek "göçmen düşmanı" saflarda ırkçı tınılar taşıyan gerekçelerle yerlerini aldılar.
Durumdan hoşnut olan sadece hazineyi tamtakır hale getirdikleri için AB ülkelerinden gelecek milyar Eurolara muhtaç olan iktidar tepeleri, bir de asgari ücretinden altında, kayıtsız, sigortasız çalışmaya razı olan göçmenler sayesinde kârlarına kârlar katan, özellikle güneydoğu kentlerinde iş kurmuş, işini yürütmekte olan patronlar…
Buna karşılık insan hakları savunucuları, soruna insani duygularla yaklaşan vicdan sahipleri de sayıları artık 5-6 milyona ulaşmış göçmenler için duygusal somut bir çözüm ortaya koyamıyorlar. Türkiye'nin bu yığınsallıkta bir göçmen kitlesini taşıyamayacağını onlar da biliyorlar. Ama "Hah işte bu" dedirtecek bir çözüm önerileri de yok.
Şimdilik kör bir tartışma sürüp gidiyor.
Avrupa'nın plastik çöplerini (yakın da galiba nükleer atıklarını da) ithal (ithal?) edip ülkeyi AB'nin çöplüğüne çevirmekten vazgeçmeyenler, göçmenleri de "Orta Doğu'nun gelir getiren çöpleri, atıkları" olarak görmekteler.
Başbakanlığı -ve galiba siyaseti- gönüllü olarak bırakan Angela Merkel'in durup dururken Türkiye'yi ziyaret etmesi ve Cumhurbaşkanı ve AKP Reisi Tayyip Erdoğan ile kapalı kapılar ardında baş başa konuşup, ardından sade suya tirit bir basın toplantısı yapıp ülkesine dönmesi, büyük olasılıkla "göçmen ve mülteciler sorunu" ekseninde bir pazarlıktı. Yoksa başka hiçbir ülkeye "veda ziyareti" yapmayan Angela Merkel'in sadece Türkiye'y gelmesinin akla yakın başka açıklaması yok.
Bu konuda somut bilgimiz yok. Kimsenin yok. O yüzden tahminin ötesinde çıkarımlar yapamayız. Ancak Merkel şu anda resmen Almanya Başbakanı. Yeni bir koalisyon hükümeti kurulana kadar da o koltukta Merkel oturacak. AB ülkelerinin karabasanı göçmen ve mülteci akınını engelleme görevi de elbet AB'nin lokomotifi Almanya'nın Başbakanı Merkel'in omuzlarında…
AB elebaşılarının, Türkiye'de iktidarın göçmen ve mülteciler sorununa vicdanları kanatmayacak bir çözüm üretme niyetleri yok...
Muhalefet partilerinin "Biz iktidar olunca göçmenlerin dönüşünü, ülkelerinde insanca koşullara sahip olacakları koşuluyla sağlayacağız" demeçlerinin ciddiye alınacak bir yanı yok. Soruna içtenlikle çözüm arayan vicdan sahiplerinin de bugüne dek somut bir öneri üretemediklerini vurguladık.
Bu konuya eğilen bir Tırmık yazıldı diye, yazarın da ciddiye alınır bir çözüm önerisi olmadığını herhalde tahmin ediyorsunuz.
Ancak konuya ve soruna farklı bir açıdan bakan bir Tırmık yazmayı deneyeceğim..
Deneyeceğim de yazı uzadı, yer kalmadı.
Öyleyse yarına…