Bu yazı Tayyip Erdoğan’ın iki baskın özelliği üstünden yürüyecek.
Yoksa, biliyorum, “Bir çok Erdoğan” var.
Mesela Kasımpaşalı Erdoğan. Hani “Ananı da al git” ya da “Yok öyle 25 kuruşa simit” filan diye racon kesen…
Mesela kendini ulusal değil uluslararası düzlemde siyasetçi gören, öyle olmak isteyen Erdoğan. O yüzden benim kıt ingilizcemden de beter ingilizcesi ile Kasımpaşa raconundaki “Biii Dakkaaaa”yı kendince tercüme edip “Van minüt” diye posta koyan Erdoğan…
Mesela şiir seven ve uzun şiirleri önündeki ekrana (prompter) bakmadan ezbere ve güzel okuyan Erdoğan…
Falan filan…
Yazı Erdoğan portresi çizmeyi hedefleseydi bu paragraflar kolayca uzatılabilir, dahası ayrıntı olabilirdi.
Ama ne konu Erdoğan, ne sorun.
Sorun: Savaş!..
Dün gece benim yolda kalan emektar Golf’ümü tamirciye götüren çekicinin “Ben ilkokul üçten terkim ağabey, şimdi olsa ehliyet alamazdım” diyen Giresunlu sürücüsünün “Savaş kapıya mı dayandı, yoksa girdik de bize haber mi vermediler” diye soruşuna bakılırsa savaşın eşiğinde olduğumuzu kavramak için TV’lerde ahkâm kesen ağır yorumculara ihtiyaç yok.
Savaş kapıda. Akçakale’de kimin fırlattığını bilemediğimiz bombalar Suriye’ye askeri bir müdahale için fırsat kollayanlara mükemmel bir armağan sundu.
Ama eğer AKP artık bir tek adam partisi ise, ki görünüşe göre öyle, Türkiye’nin Ortadoğu bataklığına (Suriye’ye değil Ortadoğu bataklığına) girip girmeyeceği de Tayyip Erdoğan’ın kararına ya da tercihine kalacak.
Resmi demeçleri, Meclis’ten geçen tezkere üstüne “Bu bir tedbirdir, hemen yarın askerlerimiz Suriye sınırı geçecek değil” açıklamalarını pek ciddiye almayalım.
Ama “Erdoğan’ın kararı ne olacak” sorusunu kanımca ciddiye alalım.
Soruya benim cevabım başlıktaki soru: Hangi Erdoğan?
Pragmatist Erdoğan mı?
Bir savaşın sonuçlarını anlamasa bile sezebilecek kadar pragmatist Erdoğan, savaşın ülkenin kırılgan ekonomisini 2001 krizlerine rahmet okutacak ölçüde dibe vurdurtacağını, olanın Türkiye’ye olacağını ve bunun kendisinin de sonu olacağını anlamasa bile sezebilir. Yağar gürler, ağzına bakan yarın orduyu Halep’e, Şam’a sürecek sanır. Ama o Baas rejimini ürkütmekle yetinebilir.
Yoksa Mücahit Erdoğan mı?
Son kongreyi anımsayın, Alpaslan’dan girdi, Selahattin Eyyubi’ye geçti, “Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın” dizelerine atladı, İslam’ın kılıcı olmuş ünlü komutan ve hükümdarları ardarda sıraladı.
Bu Erdoğan, ötekini, “Pragmatist Erdoğan”ı susturup, Cumhurbaşkanlığına giden yolda “Halep fatihi 1. Tayyip Erdoğan” hayallerine kendini kaptırmış olabilir.
“Irak’ta savaşa hayır” günlerinde barışı “Amasız, fakatsız, lakinsiz” savunanlarla, “Bir müslüman ülkeye ABD’nin yedeğinde asker mi yollayacağız” itirazının harekete geçirdiği “mütedeyyin yurttaşlar”ın kolkola girip çok güçlü bir savaş karşıtı eylemler zinciri örgütlediğini ve başarıya ulaştığını hatırlayın. Eğer o güçler yeniden seslerini yükseltmez, kükremez, kolları sıvamazlarsa korkarım önümüzdeki günlerde sabahları “Acaba hangi Erdoğan ağır bastı” sorusuyla uyanacağız…
Yani karabasan uyurken değil, günle birlikte başlayacak…