Dün 24 Temmuz’du. 1908’de Osmanlı Sultanı Abdülhamit’in zoru görünce ilan...
Dün 24 Temmuz’du. 1908’de Osmanlı Sultanı Abdülhamit’in zoru görünce ilan etmek zorunda kaldığı 2. Meşrutiyet’in 113. yıldönümü. 1789’da Fransa’da patlayan, 1848’de hemen hemen bütün Avrupa’ya sıçrayan ve başarıya ulaşan “Burjuva Devrimleri”, 119 yıl sonra Osmanlı başkentine de ayak basmıştı. İstanbul sokaklarında 119 yıl önceki Burjuva Devriminin sloganları yankılanıyordu: Hürriyet, Adalet, Müsavat (=eşitlik)... 113 yıl sonra sokaklarımızda aynı slogan yankılansa kim şaşar: Hürriyet, Adalet, Müsavat... * * * Hürriyet mi? Buyrun, yüzlerce ve yüzlerce kişi tutuklu. Tutukluluk hürriyetin geçici bir süre için kişinin elinden alınması demek. Peki ne kadar geçici bu süre? Yarın yargı o yüzlerce ve yüzlerce tutukludan kimileri için beraat kararı verirse tutuklama isteyen savcılar ve o tutukluluğu yıllara yayan mahkemelerdeki yargıçlar ne diyecekler? Mesela “Pardon” filan mı? Tutukluluğun kural, serbest yargılanmanın kural dışı hale geldiği bir hukuk ve yargı çarpıklığı ülkemizde kol geziyor. Siyasal çizgisi ile bana en uzak birini örnek vereceğim: Çetin Doğan. Balyoz davası tutuklusu emekli orgeneral. Birinci Ordu’nun tepesindeyken “Artık tabancamı çapraz bağlıyorum” diye konuşup, darbenin eli kulağında olduğunu haber veren pervasız bir general. Silivri’de ve tutuklu. Peki emekli general Doğan tutuksuz yargılansaydı ne olurdu? Delil karatma? Yapmayın! Kaçma? Bu suçunu kabullenmek anlamına gelirdi ve mahkemenin cezasından böyle kaçarak kurtulsa bile kamuoyu vicdanında bir daha asla aklanamayacak ölçüde hüküm giymiş olmaz mıydı? * * *Adalet mi? Güldürmeyin beni. Ellerinde tapu gibi, kapı gibi Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olduklarını gösteren “nüfus kağıdı” taşıyan sadece Türk ve Müslüman olmayan yurttaşlarımızı resmen “yabancı” olarak niteleyip mülk sahibi olmalarını kısıtlayabilen bir kararın altına imza atmış Yargıtay’ımız var. Daha bir hafta kadar önce Süryani yani Türk ve Müslüman olmayan bir yurttaşımızın Favlus Ay olan adını ve soyadını Paulus Bartuma olarak değiştirme istemini anlı şanlı Anayasa Mahkemesi’nin oyçokluğu ile reddetme gerekçesini hatırlıyor musunuz. Midyatlı Süryani yurttaşımız “...Yürürlükteki Soyadı Kanunu yabancı ırk ve millet isimleri soyadı olarak kullanılamaz, demektedir. Bu madde; herkesin dil, ırk, din gibi sebeplerle ayrım gözetilmeksizin eşit olacağını söyleyen Anayasanın 10. maddesine aykırıdır. İptali gerekir” demişti. Anayasa mahkemesi karar verdi: “Kural (yani yürürlükteki Soyadı Kanunu-ae), yeni alınacak soyadını yabancı ırk ve millet ismi olarak almak isteyen herkese ayrım gözetmeksizin uygulanmaktadır. Bu nedenle kuralın, Anayasa’nın eşitlik ilkesine aykırı bir yönü de bulunmamaktadır.” Yani yasaklar herkese eşit uygulanıyormuş; dolayısıyla Anayasa’ya aykırı değilmiş. Koskoca yargıçların aklına “Ama böyle bir yasak insan haklarına ve çağdaş hukuka aykırıdır” demek gelmiyor. Acaba neden? Çünkü Adalet aygıtın en tepesine kurulanlar bile 1923’de kurulan Türk ulus-devletini, 2001 yılında da pekiştirmek, güçlendirmek gibi yüce milliyetçi duygularla donanmışlardır da ondan. O zihniyete göre Türk ulus-devletini savunmak, pekiştirmek sözkonusu ise elbette hukuk da, adalet de bir yana bırakılabilir... E, bu durumda “hürriyet”in yanına “adalet”i de eklesem haksızlık mı etmiş olurum. Ne kaldı? Eşitlik mi? Ondan da çok uzak olduğumuzu söylemem gerekiyor mu?Sahiden gerekiyor mu? Görülüyor, bu ülkenin yurttaşları olarak bizler hâlâ insanlığın, demokrasinin, hukukun gelişmesinde bir sıçrama taşı olan Fransız Devrimi’inin hedeflerini elde etmek için savaşıyoruz. Tam 222 yıl önceki hedefleri... * * * Peki durup dururken bu “Hürriyet, Adalet, Müsavat” ilkesini hatırlatma gereği nereden çıktı? Hiiiiç... 24 Temmuz ülkemizde 1908’da sansürün kalkmış olmasına gönderme yapılarak “Basın Bayramı” olarak kutlanır, kutlanıyor. Dün de kutlandı. Basın bayramı kutlanırken Ahmet Şık ile Nedim Şener hapishanedeydiler. Yani hürriyetleri ellerinden alınmıştı. Basın bayramı kutlanırken Ahmet Şık ile Nedim Şener ne ile suçlandıklarını bilemeden haklarındaki iddiaları okuyamadan, savcının elinde –eğer varsa- kanıtları göremeden hapishane avlusunda volta atıyorlardı. Yani adalet aramaktaydılar. Basın bayramı kutlanırken Ahmet Şık ile Nedim Şener hırsızların, ırz düşmanlarının, mafya bozuntularının tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldığı bu ülkede tutuklu yargılanmak için iddianame bekliyorlardı. Yani hiç olmazsa yargılamada müsavat (=eşitlik) istiyorlardı. Fransız devriminin 222. yılında, sansürü kaldıran 2. Meşrutiyetin 113. yılında ve Basın Bayramının ertesinde işte bu yüzden böyle bir Tırmık yazıldı. * * * Bir de... Bir de kısa bir paragraf kurmak için yazıldı: - Ey savcılar, Ahmet Şık ve Nedim Şener’i –hem de- Ergenekon üyeliği ile suçlayan savcılar, dört ay oldu. Dört ya da on dört ya da dörtbin dört satırlık bir iddianameyi yazıp bitiremediniz. Hesabınız nedir? Açıklayın iddianızı, Ahmet Şık ile Nedim Şener de cevabını versinler... Evet, yazın şu iddianameyi de görelim, okuyalım ve cevabını verelim...