... Uçuşan, daldan dala, kentten kente atlayan düşüncelerin sonunda...
Hakem düdüğünü öttürdü. Maç başladı. 27. saniye. Gol. Real Madrid 1 – Barcelona 0. Hakem düdüğünü öttürdü. Maç bitti. Barcelona 3 – Real Madrid 1. Uzatmaları da katarsak 96 dakika süren harikulade bir hüner gösterisi. Maçın ardından futbol geyikleri başladı. Televizyonu kapattım; ardıma yaslandım ve kendimi yakaladım. 96 dakika boyunca gözlerim ekrandaki muhteşem gösteride ama düşüncelerim, düşlerim Moskova’dan, Belgrad’a, oradan Ankara’ya kanat takıp dolanmış... Uçuşan, daldan dala, kentten kente atlayan düşüncelerin sonunda hep aynı yargı karşıma çıkıyordu: İşini iyi yapan adamlar! Barcelona’nın 11 delikanlısı işlerini iyi, hem de çok iyi yapıyorlardı. Hünerlerini, yeteneklerini, ustalıklarını birleştirip, buluşturup ancak o zaman iyiyi hatta en iyiyi yakalayabileceklerinin bilincini kuşanıp ortaklaşa üretimin tadını bize sunuyor, gösteriyor, tattırıyorlardı.(Messi topuk pası yaptı. Peki arkasında, topun gittiği yerde Xavi’nin beklediğini biliyor muydu? Besbelli işte, elbet biliyordu.) * * * Yıllar önce Moskova Devlet Sirki’nin gösterisinde de aynı duygu, aynı düşünce beni sarmıştı. Renkli halkaları, ışıklı topları, şapkaları (Heee, bildiğimiz şapkaları) havaya fırlatıp, birini bırakıp birinu tutan, döndüren, halkalar çizdiren, önünden alıp arkasından tutan Jonklörler... Jonklörlerden biriyle dalga geçip seyirciyi güldürmek için ortaya gelen, sonra da o jonklörden daha usta bir gösteri palyaçon... Finalde jonklör ve palyaçonun birlikte meslek hünerinin doruğuna çıktıkları ortak gösteri... Trapezde iyice sallandıktan sonra havada üç saltoyu ardarda atan genç (ve çok güzel) kızı son saltoda bileklerinden yumuşacık yakalayıp birlikte sallanan sonra her biri yeniden üçlü salto atıp karşılıklı yerlerini aldıkları cambazların o inanılmaz meslek disiplini... Dün gibi hatırlıyorum: Moskova Devlet Sirkindeki o adamlar ve kadınlar için yanımdakine “Bunlar işlerini iyi yapan kadınlar ve erkekler” demiştim...(Alves tam dört kez sağdan indi; spor yazarlarının deyimiyle sıfıra inmeden, Real Madrid kalesinin üst direğine 45 derece ile yaklaşan ortalar yaptı. Birinde Fabregas kafayı yapıştırdı ve gol oldu. Ama dört ortanın dördünde de topun gittiği o yerde mutlaka bir Barcelonalı vardı ve dördünde de kafa ile topu kaleye yolladılar. İkisini Cassillas kurtardı, biri az farkla dışarı gitti. Alves o ortaları yaparken topun kalenin arka direğine yaklaştığı o noktada mutlaka bir Barcelonalı bir arkadaşının bulunduğunu, bulunacağını biliyordu muydu? Besbelli işte. Elbet biliyordu.) * * * Dün gibi hatırlıyorum: Belgrad’da çok soğuk bir kış gecesi, köhne bir meyhanede masa komşumla önce selamlaştık, sonra masaları birleştirdik, sonra da parçalanan Yugoslavya üstüne biraz İngilizce, biraz tarzanca, çokça Almanca sıkı bir sohbet kaynattık. Özetleyeceğim: “Bana Mişka de. Fabrikada öyle derlerdi” dedi, sonra ekledi, “Biliyor musun, bizi biz yendik. Hem de bir daha belimizi doğrultamamacasına yendik kendimizi. Bizim fabrika da özyönetim uygulamasına geçmişti. Beyaz eşya üretiyorduk. Daha çok da fırın. Ürettiklerimizin hem kalitesi iyiydi hem fiyatı ehvendi. Avrupa pazarına açıldık. İyi satış yapıyorduk. Yıl sonu iyi kâr sağladık. Özyönetim ya, fabrikayı biz çalışanlar yönetiyoruz ya, yıl sonu kârını bölüşmeye karar verdik. Bütüm kârı paylaştık. Kimi düğün yaptı, kimi tatil yaptı, kimi sınırı geçip İtalyanlardan ikinci el bir araba alıp getirdi. Ertesi yıl da tüm kârı paylaştık. Sonraki yıl da... Ama makinalar eskidi, durmadan arıza yapmaya başladı. Teknoloji gelişmişti, sırf elektrikli fırın değil, Avrupa pazarı için doğal gazla, tüp gazla da çalışan fırınlar yapmamız lazımdı ve biz o teknolojiyi bilmiyorduk. Yıl sonunda sıra kâr paylaşmaya gelince ustabaşılardan bir Hırvat kârın yarısını, mümkünse yarısından da çoğunu makinaları yenilemek, yeani teknolojileri uygulamak için kullanmamız gerektiğini söyledi. Geri kalanlar, yani Sırp, Boşnak, Pomak, Arnavut, Çingene, hatta Hırvat işçiler elele verip o ustabaşıyı dövmeye bile kalkıştık. O yılın kârının tümünü yine paylaştık. Sonra... Sonrasında Yugoslavya yıkılmadan, parçalanmadan aylar önce bizim fabrika artık kâr getirmeyen bir hurda metal yığınına dönüşmüştü. Şimdi bizim fabrika bir Sırp kapitalistin elinde ve yine eski günlerine dönüyor. Ama bu defa bizler yönetimde sözü olmayan ücretli köleleriz artık. Yani bizi biz yendik. Ortaklaşa üretimi beceriyorduk, çünkü teknoloji bunu gerektiriyordu. Ama ortaklaşa yönetimi beceremedik. Biz o işi kötü yapan adamlardık...” (Barcelona defansı maç boyunca yaptığı çok az sayıdaki hatalardan birini yaptı. Real Madrid için ani bir karşı atak fırsatı doğdu. Barcelona 18 çizgisinin hemen önünde Ronaldo’yu topla buluşturdular. Aynı anda üç Barcelonalı savunma oyuncusu Ronaldo’nun önüne çıktı. Real Madrid’ten ya Benzema ya Kaka idi, bomboş kaldılar. Ronaldo topu sadece itip ona geçirse gol kaçınılmazdı. Ama Ronaldo o kendine özgü tekniği ve kibri ile topa abandı. Top kaleye kadar gitse gol olurdu. Gitmedi. Savunmaya çarptı, Barcelona için tehlike savuştu. Ronaldo iyi oyuncu. Çok iyi oyuncu. Belki Barcelonalıların çoğundan daha iyi. Ama o an o kendisi için oynadı; 11 arkadaşıyla bir bütün olduğunu unuttu ya da bilmiyordu ya da umursamıyordu. İşini kötü yaptı. Gol kaçtı.) * * *İşini iyi yapan ve işini kötü yapan adamlardan ve kadınlardan söz ettim. Bir de maçı izlerken düşüncelerimin Moskova’ya, Belgrad’a, Ankara’ya kanat çırpıp uçuştuğunu söyledim. Moskova ve Belgrad tamam. Ya Ankara?.. Ama yer kalmadı... Ankara’yı da siz tamamlayıverin artık. Bu arada orada işini iyi yapan birilerini bulursanız bana da haber verin...