Karabasan gibi günler yaşıyoruz. İktidarın en tepesi tek imzayla ülkeyi hallaç pamuğu gibi atıyor. Önümüzdeki Çarşamba AKP büyük kongresi toplanıyor. O güne kadar "Bir şahsım var ve şahsımdan ötesi yok"a inanmış zattan ve ona sımsıkı bağlanmaktan öte siyasal yaşam şansı olmayanlardan üstümüze, tepemize neler yağacak bilmiyorum.
Üstelik AKP Büyük Kongresi sonrasında olası bir seçimi kazanmak için yapılacak siyasal hilebazlıkların ipuçları bugünden belirmeye başladı.
Daha şimdiden, yani İstanbul Sözleşmesi'nin defteri dürüldükten hemen sonra sıranın Medeni Kanun'a geldiği fısıldanmaya başladı. İsviçre'den yani "küffar"dan alınmış, o dünyanın değerlerini yansıtan Medeni Kanunu olduğu gibi Türkçeleştirilip "Müslüman Türk halkına" giydirilmesiyle hesaplaşma zamanı geldiğinden söz edilmeye başlandı.
Yani İstanbul Sözleşmesi sadece ve sadece bir adım, Bir ön adım. Yani "Turpun büyüğü torbada".
Şimdiden belli. Bütün bunları bir "açık diktatörlük" ilan etmeden, siyaset bezirgânlığını kullanarak yapacaklar.
Ne olduğunu, neyi hedeflediğini anlama gereği bile duymadan kalkan ellerle yasalar çıkarılacak ve özgürlüklerimize, haklarımıza yapılacak her saldırı yılışık bir sırıtmayla "yasalara uygun" denerek savunulacak.
Artık "tek adam rejimi" ya da "totaliter" gibi sıfatların yetmeyeceği Türk "ırkçı- milliyetçiliği" ile Siyasal İslâm'ın nikahından doğmuş "faşizan" bir rejimin eşiğindeyiz.
Hatta belki de o eşik aşıldı bile…
Bu böyleyken ve bunun öyle olduğunun gözler kör, kulaklar sağır değilse bilincine varmamanın mümkün olmadığı koşullarda hâlâ hukuk varmış gibi, hâlâ yargı tümüyle AK yargısına dönüşmemiş gibi kof, sonuç alınamayacağı besbelli "mücadele yöntemleri" önermek ve o yöntemlere sarılmak aymazlık değilse nedir?
Meselâ İstanbul Sözleşmesi'nden çekilme kararına karşı "Danıştay"a başvurmak ve kitlelere sanki bu yolla sonuç alınabilecekmiş umudu dağıtmaya kalkmayı nasıl açıklayacağız?
Evet, ana muhalefet partisinden, CHP'den söz ediyorum,
İskemlesine raptiye konarak cezalandırılan öğretmen örneği, AKP iktidarının canını yakan bir raptiyeye dönüşmüş Ömer Faruk Gergerlioğlu'nun yarattığı etkili muhalefet çıkışında onu TBMM çatısı altında yalnız bırakıp esnaf ziyaretlerine koşan CHP'den…
AKP Reisi'nin, Türkiye'yi İstanbul Sözleşmesi'nden tek imza ile çekmesine karşı yapabildiği Danıştay'a başvurmakla sınırlı kalmış CHP'den...
Tutun ki İstanbul Sözlemesi'nden çekilme kararına karşı başvurduğunuz Danıştay'da kelleyi koltuğa almış üç beş yargıç sizi haklı buldu; Danıştay'dan "olumlu" bir karar çıktı.
Sonra ne olacak?
Olacaklar belli.
O yargıçlar bir yolu bulunup önemsiz bir mahkemede görevlendirilerek kızağa çekilecek; bu mümkün olmazsa Danıştay içinde "yeniden yapılanma" dümeniyle o yargıçlar etkisizleştirilecek.
Danıştay'dan çıkmış karar ise uygulanmayacak, umursanmayacak, "Nasıl uygulamazsınız? Anayasa gereği uygulamak zorundasınız" diye bağırıp çağıranlara cevap bile verilmeyecek ve sonuç değişmeyecek; o Danıştay kararı uygulanmayacak.
Tıpkı uyulması Anayasal bir zorunluk olan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarına uyulmadığı gibi...
Tıpkı itirazı mümkün olmayan Anayasa Mahkemesi kararlarına omuz silkip uyulmadığı gibi...
Tıpkı ancak siyasal mizaha konu olabilecek fezlekelere dayanarak HDP'nin kapatılması, HDP milletvekili ve yönetim kadrolarının siyaset dışında itilmesi gibi...
Seçkin hukukçu rahmetli Profesör Murat Sarıca, "Hukuk, doğası gereği tutucudur. İşlevi var olan düzeni korumaktır. O düzen haksız bir düzense, hukuk haksız bir düzeni korur" derdi.
Ağabey gibi sevip saydığım, Murat Sarıca sağ olsaydı ona "Peki Murat abi, bu AKP dönemi hukuku için hangi sıfatı kullanacağız?" diye sormak isterdim.
O hınzır zekası ve ısırgan mizahıyla "Oğlum sıfat, olan bir şeye takılır. Olmayana ne sıfat takalım" deyip kahkahayı basardı.
Bir daha ve bir kez daha: Türk ırkçı-milliyetçiliği ile Siyasal İslam'ın buluştuğu bir iktidar devletin bütün dizginlerini eline almış durumda.
Dedim a, İslamo-faşizan bir rejimin eşiğindeyiz. Belki o eşik de aşıldı bile.
İktidarın Reis ve Başbuğları ve onların sözcüleri ile lâf yarışına girmeyi hüner sayan; TBMM çatısı altında basın toplantısı düzenleyip yayınlamayı göze alan TV kanallarında izleyenlere "Ne biçim geçirdi ama… Nasıl oturttu lâfı… Nasıl koydu meseleyi" dedirtmeyi marifet belleyen bir muhalefet can sıkıcı olmaktan hızla mide bulandırıcılığa evriliyor.