Rivayet olunur ki barışçıl bir İslam tarikatı olan Mevleviliğin piri Mevlana Celalettin-i Rumi şöyle buyurmuş:
Gel, gel, ne olursan ol yine gel. İster kafir, ister mecusi, ister puta tapan ol yine gel. Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel...
Besbelli, bu bir hoşgörü, bir barışçıl buluşma çağrısı.
Kaç Mecusi, kaç kafir, kaç puta tapar çağrıya uymuş da Mevlevi tekkesinin kapısını çalmış bilinmiyor.
Olsun, çağrının şiirselliği ve daha önemlisi barışçıllığı yüzyıllardır dipdiri…
Gözünüzden kaçmamıştır, başından beri "barışçıl" vurgusu yapıyorum. Bu doğal. Barış, barışçıl çözümler benim kuşağımda pek çok kadın ve erkek için çok değerli ve önemlidir.
O yüzden AKP medyasında bile olsa "Varlık Barışı'nda süre altı ay daha uzatıldı" başlığını okuyunca geçip gidemedim, haberin tümünü okudum.
Sonunda arkama yaslanıp bildiğim en okkalı küfürleri art arda sıraladım. Barış gibi insanlığın en eski kavramlarından (barış, selam, şalom) birinin bu kadar hoyratça kirletilmesine, iğrenç, kirli, hatta kanlı çıkar hesaplarını gizleyen bir örtüye dönüştürülmesine küfredilmez de ne yapılır?
Kendileri yedi, tayfaları yedi, bağlandıkları tarikatlar, kurdukları vakıflar, dünyayı toz pembe göstermekle görevli gazetecileri (gazeteci?) yedi, abuk sabuk geçiş garantileriyle tıka basa beslenen ve beslenmekte olan ve beslenecek olan müteahhit çeteleri yedi ve sonunda…
…ve sonunda para bitti.
Devletin hazinesi tamtakır oldu; bankaları gırtlağa kadar borç batağında debelenir, uluslararası finans dünyasında itibarları iki paralık oldu.
Çare?
Çare yeryüzünün yerli ve yabancı (onların diliyle Müslüman ya da kâfir) kara para, karanlık servet sahipleri, silah tacirleri, ilaç tacirleri, plastik çöp tacirlerine, mafya çetelerine çağrı yapıldı.
Adına "Varlık Barışı" dendi.
Ne kadar masum bir tanımlama değil mi?
Bu konuda alınan devlet kararlarında kara paranın lafı bile geçmedi. Teknik terimlerden oluşan bir dille, ancak bu karanlık ilişkileri bilebilecek olanların anlayacağı cümlelerle yürürlüğe sokuldu.
Meraklısı için sıralayacağım:
2008 yılında 5811 sayılı Kanun'la, 2013 yılında 6486 sayılı Kanun'la, 2016 yılında 6736 sayılı Kanun'la, 2018 yılında 7143 sayılı Kanun'la, 2019 yılında 7186 sayılı Kanun'la, 2020 yılında 7256 Sayılı Kanun'la…
Yani AKP iktidarının 6. yılında başlanan aralıksız sürdürülen bir uygulamadan söz etmekteyiz.
Adını tekrar ediyorum: Varlık Barışı.
Bence mütedeyyin ve milliyetçi zatlardan oluşan siyasal iktidar, Mevlana'dan esinlenmiş. Gerçi şiirinin 2021 AKP versiyonunu görünce Mevlana mezarında fırıldak gibi dönmüştür ve sanırım dönmeye devam etmektedir.
AKP iktidarının Mevlana'dan esinlenerek güncellediği şiirin son halini bilmiyor musunuz?
Buyrun öyleyse:
Gel, gel, ne olursan ol yine gel. İster hırsız, ister uyuşturucu taciri, ister kaçakçı, ister savaş vurguncusu, ister soyguncu ol, yine gel… Yüz kere gelmiş olsan da yine gel…
Günlerimizi saatlerimizi çalan SBK kod adlı Sezgin Baran Korkmaz zavallısı ile oyalanmaya bence gerek yok. Adamın akladığı para kendi parası bile değil. En gerici, en katı Hristiyan tarikatlardan Mormonlar'ın başına geçmiş, tepesine çökmüş Kingston hanedanının paralarını aklamış. Bu arada bal tuttuğu için parmağını da keyifle yalamış; kimi gazetecilere, siyaset pazarınındaki kimi bezirgânlara, mafya çetelerine de parmağını yalatmış.
Bu arada haberiniz olsun. Son varlık barışında başvuru süresi birkaç gün önce Cumhurbaşkanı Erdoğan imzalı bir kararla 31 Aralık 2021'e kadar uzatıldı.
Sizin, benim, bizim gibilerin aklayacak kara ya da kahverengi ya da kırmızı ya da pembe parası olmadığını biliyorum. Ben sadece "Ekonomi kötüye gidiyor, Türkiye battı batacak" diye ortalığı velveleye veren ekonomi uzmanı, bilgini diye ortalıkta dolananlara, meselâ bizim Barış Soydan'a, meselâ Uğur Gürses'e, meselâ Mustafa Sönmez'e, meselâ Korkut Boratav'a filan kulak verip moralinizi bozmayın…
"Benim uzmanlık alanım ekonomi" diyen AKP Reisi'ne kulak verin, umudunuzu onun kararlarına bağlayın siz.
Tamam, hazinede para bitti ama 31 Aralık'a kadar son varlık barışı sayesinde oluk oluk, kara kara para gelecek.
Mutlulukla gülümsediğinizi, rahatladığınızı; böyle bir müjde yazısı yazdığım için beni alkışladığınızı görür gibiyim...
Abartmayın. Gazeteci olarak görevim sizleri mutlu etmek. Gerçekler ne olursa olsun, önemli olan sizlerin, bir süreliğine de olsa mutlu olmanız.
Oldunuz di mi?