CHP Kurultayı bitti. Yeni Parti Meclisi seçildi. Partinin “kurmaylar kurulu” da hafta sonu belli oldu. Yepyeni bir ekip işbaşında. Yıllardır ekranlarda yüzünü gördüğümüz, çok gördüğümüz için yüzleri eskimiş, söyleyecekleri söylediklerinden kolayca bulup çıkarılabildiği için -ben dahil- pek çoklarına gına gelmiş ekip, kadro dışı bırakılmış, hatta yedek kulübesinde bile yerleri kalmamış. Dahası kurultay delegeleri Kılıçdaroğlu’na çarşaf liste filan dayatmamış, “Sen seç başkan, biz razıyız” demiş. Yeni tüzük uygulamaya girmiş. Genel sekreterliğe ilk kez bir kadın politikacı, Bihlun Tamaylıgil getirilmiş (ne güzel); yeni genel sekreter Baykal ekibine yakınlığıyla tanınıyormuş, ancak genel sekreter artık sahiden ve sadece sekreter (=katibe) konumuna geldiğinden “Önder Savlaşma” şansı yokmuş. Sayıları 16’ya çıkan genel başkan yardımcıları arasında partinin en kilit görevi olan örgütlenme ve örgütlerin yönetimine Gürsel Tekin getirilmiş... Yani Kılıçdaroğlu’nun eteğine yapışacak, ayağına dolaşacak parti içi bir “karşı güç” kalmamış. Bu durum zorlu bir yola giren Kılıçdaroğlu için sahici bir şans, bir fırsattır. Genel Başkan seçildiği günden bu güne sürüp giden itiş kakış, eğretilik bitti. Kılıçdaroğlu bu hafta başından itibaren CHP’de kendine yeni ve beyaz bir sayfa açıyor. Ama bu beyaz sayfa şans, fırsat olduğu kadar ağır bir sorumluluktur da. Bundan böyle her türlü başarı da, başarısızlık da Kılıçdaroğlu’nun hesabına yazılacak.
* * * Yukarıda kullanılan “beyaz bir sayfa” nitelemesi abartılı bulunabilir. Kılıçdaroğlu’nun bundan önce yaptıkları ya da yapmadıkları; söyledikleri ya da söylemedikleri hatırlatılarak, o sayfanın çoktan beyazlığını yitirdiği, hatta hiç beyaz olmadığı söylenebilir. Ben öyle düşünmüyorum. CHP’li değilim. Hiç olmadım. CHP’ye oy filan da vermişliğim yok. Marksizmin sosyal demokrat “yorumu” zaten bana hiç yakın değildi ve değil. Ama yine de... Yine de Kılıçdaroğlu ve ekibi için bir beyaz sayfa açmanın doğru olduğunu düşünüyorum. Birincisi: Siyasal kamplaşmaların şiddet sınırında dolaştığı, farklı düşünene şiddet uygulamanın sevap hatta vacip sayılmaya başladığı şu günlerde demokrasiye, demokrasi kültürüne bir damlacık bile katkının önemli, yararlı ve israf edilemez olduğunu düşünüyorum. “Baykal-Sav CHP”si demokrasinin, demokratikleşmenin, özgürlüğün önüne taş duvarlar örmekte hünerliydi. Madem yeni ekip farklı olduğu iddiasında, iddiasını kanıtlamakla yükümlüdür ve kanıtlama yönünde atacağı her adım demokrasinin kazanımı olacak. İkincisi: Kılıçdaroğlu’nun CHP tabanında belli bir umut yarattığı ortada. Bir örnek: 2007 seçimlerinde İstanbul’da Baskın Oran’ı ve Ufuk Uras’ı destekleyenler arasında çok sayıda CHP’ye (Baykal ekibine) oy vermeye gönlü ve vicdanı razı olmayan, kendini sosyal demokrat olarak tanımlayan seçmen vardı. Bunun dolaysız tanığıyım. Ama şu günlerde o seçmen kitlesinin büyük ölçüde Kılıçdaroğlu ve ekibine umut bağladığı ve en azından seçmen olarak “yuvaya dönüş” sinyalleri verdiğinin de dolaysız tanığıyım. Şimdi 12 Haziran’daki genel seçimlere kadar geçecek yaklaşık altı aylık sürede Kılıçdaroğlu’nun ve ekibinin açılan beyaz sayfayı nasıl ve neyle dolduracağını göreceğiz. Engelleyici unsurlardan tümüyle kurtulmuş CHP yönetiminin artık hiç bir mazereti yoktur. Beyaz sayfaya yazdıkları, yazamadıkları ile tartılacaklar ve değerlendirilecekler ve bugün geldikleri noktada artık mitingden mitinge, o ilden ötekine, doğudan batıya, kuzeyden güneye dolaşmanın marifet sayılması, bununla yetinilmesi mümkün değil. Ülkenin kimi kangrenleşmiş, kimi kördüğüme dönüşmüş sorunlarına nasıl ve hangi çözümleri ürettiklerini ve önerdiklerini bu altı ay boyunca göstermek zorundalar. Sonunda CHP ya bu ülkenin özgürlükten, demokrasiden, adaletten, toplumsal dayanışmadan yana güçleri arasında iyi ya da kötü, az ya da çok yerini alacak ya da... Ya da 1965’yi (“Ortanın solu” hareketinin çıkışı) başlangıç alırsak 45 yıldır “sol” için çekim merkezlerinden biri olmuş CHP, artık kesinlikle defterden silinmesi gereken bir siyasal hareket olacak. Bakalım, bekleyelim, görelim...