Başlığa bakıp Diyarbakır’da miting alanında olduğumu düşünmeyin. Diyarbakır’dan...
Başlığa bakıp Diyarbakır’da miting alanında olduğumu düşünmeyin. Diyarbakır’dan epey uzaklardayım. Ama bir bölümünü televizyon ekranından, geri kalanını bilgisayar ekranından seyrettim. (Öğüdümdür: Miting seyredecekseniz TV’den şaşmayın; laptop ekranından miting izlemek domatessiz çoban salata yemek gibi bir şey. Neyse...) Kılıçdaroğlu CHP kanadından duymaya alışık olmadığımız cümleler kuruyor. Gerçi konuşmanın ana vurgusu “Fabrikalar açıp, iş, aş getirip sorunu çözeceğiz” üstüne kurulu. Ama ondan ibaret değil. “Kürt sorunu yok, Kürt kardeşlerimin sorunları” var gibi inciler döktüren AKP liderinin tersine faklı olarak, altını çize çize “Bir Kürt sorunu vardır ve ne pahasına olursa olsun bu topraklara barışı getireceğim” dedi. Nelere de fit oluyoruz diye hayıflanmayalım. CHP’den, bu ülkenin iri kıyım partilerinin lider tayfasından duymaya alışık olmadığımız cümleler bunlar. CHP özellikle batı bölgelerindeki tabanı bunu kaldırır mı? Kılıçdaroğlu ve ekibinin bir kaç gün önce açıkladığı “Demokrasi Raporu”ndaki hedefleri sindirebilir mi? Kürt sorunu üstüne Kılıçdaroğlu’nun öngördüğü çözümle mutabık mı? Bilemem. Çok umutlu değilim. Ama önyargılı da değilim. Göreceğiz... Ama ben Kılıçdaroğlu’nun dünkü Diyarbakır mitinginde ve daha önce Hakkari mitinginde söylediklerinin, vurguladıklarının iyi olduğunu düşünüyorum. Bunu söylerken de çok yalın bir mantık yürütüyorum: Söylemese daha mı iyiydi? CHP’deki değişimi, değişim sancılarını yetersiz bulanlar var. Aynı mantıkla soralım: Hiç değişmese, Baykal - Sav çizgisini sürdürse daha mı iyiydi? Bir de AKP’nin bu seçimde mümkün olduğunca yara almamasını, mesela Anayasa’yı değiştirecek bir çoğunlukla Meclise gelebilmesini (Anneeeee!..) dileyenler var. Kimi açıkça yazıyor, kimi lafı dolandırıyor. Ancak aynı dilekte buluşuyorlar. Onlar Kılıçdaroğlu’nun yeni bir rüzgar estirmesinden ve bu rüzgarın içinde demokratikleşme adımlarının bulunmasından pek de hoşnut değiller. Dün Yıldıray Oğur, Taraf’taki köşesinde CHP’deki değişim sancılarını analiz ederken şöyle bir cümle kurmuş: “Bu ülkeye demokrasi mi lazım... Onu da biz getiririz diyor CHP” Sonra da eklemiş: “Demokrasi gelsin de diyenler için hava hoş...” Çok doğru. Gerçekten de benim için hava hoş. Şu ülkenin şaşı, kör, topal demokrasisine küçücük de olsa ileri bir adım attıracaksa, bu adımı kimin attırdığı, kimin sevap hanesine yazılacağı benim hiç, ama hiç umurumda değil. Hatırlayın, milliyetçiliğe savrulmuş Ecevit’in partisi ile milliyetçiliğin has partisi MHP ve 12 Eylül’ün çocuğu ANAP’ın 1999 Mayısında kurdukları üçlü koalisyon döneminde bir dizi kepazeliğe tanık olduk (2001 krizi, 1999 depremi, açıkça hortumlanan bankalar vb...) Ancak o tuhaf koalisyon döneminde Avrupa Birliği yolunda adımlar da atıldı ve beş altı (belki daha çok) demokratikleşme paketi kabul edildi. Doğrusu benim için Türkiye’nin Avrupa Birliğine katılıp katılmamasından çok bu demokratikleşme paketleri keyif vericiydi. O günlerde Cumhuriyet’te “Avrupa Birliğine girmeyelim ama girmek için ha bire demokratikleşme paketi çıkaralım” gibisinden mizahtan destek alan bir Tırmık yayınlamıştım. O paketler Türkiye’yi Batı Avrupa demokrasi standartlarına bir kaç adım da olsa yaklaştırıyorlardı ve Türkiye için iyi oluyordu. Bunu o tuhaf ve ideolojik olarak berbat koalisyonun yaptığına bakıp “Olmaz, siz yaparsanız istemeyiz” diyecek değildik herhalde... Bu gün de farklı düşünmüyorum. Demokrasinin gelişmesine küçücük bir katkı yapıyorsa, o katkının kimden geldiği önemli değil. Hele kendini sosyal demokrat olarak tanımlamayan ama bir türlü sahici bir sosyal demokrat parti olamayan CHP’den geliyorsa daha da sevindirici. O yüzden CHP’deki değişime alaycı bir üslupla yaklaşıp, “Sizden ne köy olur ne kasaba” gibi toptancı bir önyargıyla söylenenleri, atılan adımları küçümsemek bize uzak olmalı...