Bilenleriniz var, ben 11 ay önce Koronavirüs ile tanıştım. Bir hafta boyunca kâh yatakta, kâh ayakta süründüm; bilinen belirtilerin tümünü eksiksiz yaşadım. Ateşim 39'a vurdu; koku duygum yok oldu, tat alma duygusu da onunla birlikte gitti. Küçük parmağımı bile kımıldatmak içi çaba harcamam gerekti…
Sonunda Korona'yı yendim. Elimde tapu gibi raporum var: PCR mi, yoksa PRC mi, her ne ise, işte o negatif . Doktorum "Sen de aşırı antikor birikmiş abi" diye ekstra bir gaz da verdi.
Orada burada. Eş dost, arkadaş arasında "Ben Korono'yı yenmiş bir babayiğidim be" diye hava atıp dolanıyorum…
Dolanıyordum.
Bir haftadır yine sürünüyorum. Korona yeniden ziyaretime mi geldi diye düşündüğüm oluyor. Ama bu kez belirtiler yazılıp çizilenlerden çok farklı.
Aşırı can sıkıntısı… Aşırı ilgi yitimi… Aşırı of puf!..
Pek sevdiğim bilim kurgu filmlerini en az dört taksitte seyredebiliyorum. Kimilerinin göklere çıkardığı, kimilerinin yerden yere vurduğu 8 bölümlük "Bir zamanlar" dizisini bile 18, hatta 28 taksitte seyrettim.
Televizyonda AKP Reisi'nin yağıp gürlediği, muhalefet sözcülerinin de ona lâf yetiştirmeyi marifet bellediği bir habere denk gelirim korkusuyla TV seyretmeyi de kendime yasakladım.
"E, ne iyi işte, otur kitap oku" diyeceksiniz.
Demeyin.
Victor Klemperer'in İletişim Yayınlarından çıkan, 2021 Türkiyesini (yanlış oldu düzeltiyorum: 1933 Almanyasını) inanılmaz bir yetkinlikle anlattığı "LTI – Nasyonal Sosyalizmin Dili" adlı, topu topu 419 sayfalık, çok değerli kitabın üç aydır daha yarısına gelemedim.
Ayrıca aşırı yazı tembelliği çekiyorum. Daha bilgisayarın başına otururken oflayıp pufluyorum. Elimden yazmaktan başka bir iş gelmediği için de sözcüğün tam anlamıyla "işsiz güçsüz" biri oldum.
Nedense epey ilgi gören şu mavra yazılarını bile sırf Tuğrul Eryılmaz adlı habis ruhlu "maalesef arkadaşım" beni diline dolar korkusuyla ve ıkına sıkına yazıyorum. Nitekim yarın da ıkına sıkına bir mavra yazacağım.
Ey Tırmık okuru, durum aynen böyledir.
Şey, belki bilenleriniz vardır:
Ben mutasyona uğramış Korona'ya yakalanmış olabilir miyim?
Yine de gün boyu bilgisayarı açıp dünyada ve Türkiye'de neler olduğuna bakıyorum. Hiç hoşlanmıyorum. Ama dedim a alışkanlık işte.
Bu arada gözümün Facebook ve Twitter'a de kaydığı oluyor.
Önceki gün izlediğimiz Joe Biden'ın yemin törenininden sonra sosyal medyanın labirentlerinde beni ve sizleri "bilinçlendirmek" için yağmur gibi yağan yorumlardan yorgun düştüm.
Donald Trump denen herifin pılısını pırtısını toplayan gidişi, onun yerine Joe Biden'ın gelişine sevinenlere ayar veren "flood" tweetler, uzun mu uzun Facebook yorumları herhalde sizin de gözüne sokuldu.
ABD emperyalizminin kişilere bağlı olmadığı, bunun bir sistem sorunu olduğu, o yüzden "o gitti, bu geldi" diye sevinmenin sınıf bilincinden yoksun bir aymazlık olduğu üstüne biz fanilerin bilemeyeceği derin gerçekleri kafamıza vura vura dile getiren "öğreten adamlar"dan söz ediyorum.
Bunlardan biri, Biden'ın yemin töreninde şiir okuyan 22 yaşındaki şair, güzelleri güzeli "sıska bir siyah kız"ın, Amanda Gorman'ın şiirindeki "2036'da ABD başkanlığına aday olacağım" dizesine takılıp "Bunu güzel, hoş bulanlar var. Sanki o ABD'ye sosyalizmi getirecek" diye yazdı.
Sıkılan canım daha da sıkıldı.
Trump mı, Biden mı?
Adamın biri, elinde iki testi şarapla Bektaşi babasının yanına gelmiş.
- Erenler, sen bundan iyi anlarsın. Bak bakalım bu şaraplardan hangisi daha iyi.
Baba erenler testinin birini almış. Bir yudum içmiş. Öteki testiyi göstermiş:
- Bu daha iyi…
Adam şaşırmış:
- Aman baba erenler, bunu daha tatmadın bile….
Baba erenler omuz silkmiş:
- Olsun. Nasıl olsa bu içtiğimden kötü olamaz…
Pek alışılmadık bir tırmık oldu, biliyorum.
Ama dedim a, ben mutasyona uğramış Korona'ya yakalandım galiba…