Şu, yazı orucumu bir, hatta iki hafta daha sürdürmek niyetindeydim ama iki günlük sokağa çıkma yasağının sonuçları ve o sonuçların ürkütücü anlamı orucu bozdurdu.
O iki günlük sokağa çıkma yasağının öncesi, sırası ve sonrası üstüne yazılmayan, söylenmeyen kalmadı. Uçuk kaçık analizler, "az bilgi, çok tahmin" üstüne kurulu yorumlar pazar gecesinden bu yana medyanın her türünde kol gezdi. Bu sağanakta ciddiye alınması gereken yorum ve analizlerden birçoğu da ister istemez gözden kaçtı.
Uzun tekrarlara gerek yok. Her şey gözlerimizin önünde olup bitti ve hepimiz ne olduğunu ayrıntısıyla, görüntüsüyle biliyoruz.
Geçtiğimiz cumayı cumartesiye bağlayan geceyarısı iki günlük sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Yasağın başlamasına iki saat kalmıştı ve resmi rakamlara göre 250 - 300 bin kişiyi aşan bir kitle market ve fırınlara hücum etti.
Çarşı fena karıştı…
Omuz omuzadan, itişe kakışa, oradan da yumruk yumruğa kadar varan bir kargaşa yaşandı. Marketler ve fırınlar adeta yağmalandı. Koronavirüs'ün bulaşması için hemen her şey yaşandı. Haftalardır sürdürülen "evde kal" ve "sosyal mesafe tut" uyarıları -resmi rakamlarla bile- çok büyük bir kitle tarafından mutlak anlamda gözardı edildi.
Bulaştıranlarla bulaştırılanlar el ele vermişlerdi. Sonuçlarını on gün sonra görecekmişiz.
Salgının tam ortasında çarşıyı böylesine karıştıran bir aymazlık eleştirisiz kalamazdı. Kalmadı da.
Zaten olup bitenin incelikli eleştiriye bile ihtiyacı kalmamıştı. İktidar "Cumhurbaşkanının talimatları uyarınca" bir karar almış; karar tartışılmaz, üstü örtülemez bir kamu suçuna dönüşmüştü,
Ortada bir suç varsa, ki var, bir de suçlu ya da suçlular olsa gerek.
İlk sinyal İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’dan (SS) geldi. Bakan açık seçik bir dille yasak kararının "Cumnurbaşkanı’nın talimatları çerçevesinde" alındığını belirtti.
Karşı sinyal Saray’dan geldi. Tayyip Erdoğan’ın sözü ve sesi olan İbrahim Kalın, dikkatle seçilmiş cümleler eşliğinde, bundan sonra da hafta sonu yasakları gelebileceğini, ancak bunun duyurusunun doğru ve uygun zamanda yapılacağını haber verdi. O kritik cümleyi alıntılayalım: "Cuma günü kargaşa oldu. Gerekli tedbirler mutlaka alınacak, bunlar zamanlı şekilde açıklanacak."
Dikkatli bir "satır arası okuyucusu" cuma geceyarısına doğru yaşanan vahim kargaşanın sorumlusunun Saray’a göre yasağı açıklayanda olduğunu İbrahim Kalın’ın cümleleri arasından kolayca çıkarabiliyordu.
Nitekim pek çok Ankara gazetecisi meslektaş da bu önemli nüansı gözden kaçırmadı.
Karşı hamle gecikmedi. Yasak henüz sürerken Süleyman Soyla "suç"u adını koymadan kabul etti, üstlendi ve istifasını açıkladı.
İstifa ilk duyulduğunda batı demokrasilerinde çokça rastlanan "sorumluluğu üstlenen bir siyasetçi" değerlendirmeleri yapıldı. "Süleyman Soylu, soyadına uygun davranmıştır" diye acele alkış tutan "gazetecimsiler" bile oldu.
Ancak Soylu’nun istifasını açıkladığı saatten birkaç saat sonra, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı bir açıklama yaptı:
"İçişleri bakanımızın istifası kabul edilmemiştir, kendisi görevine devam edecektir."
Besbelli ki çarşıdan sonra Saray da fena karıştı…
Saray niye karıştı ve Soylu’nun istifası neden kabul edilmedi dersiniz?
Kendisine rağmen, en azından "olur"unu almadan kararlar alanlara asla katlanmayışıyla, kendisine tam, eksiksiz biat etmeyen en güçlü siyasetçileri bile gözünü kırpmadan harcaması ile ünlü Recep Tayyip Erdoğan’ı apar topar Süleyman Soylu’yu onurlandırmaya yönelten sebep nedir?
Sebep çoğu kişinin gözden kaçırdığı bir "sosyal medya savaşı"nda kendini gösteriyor.
O "sosyal medya savaşı"nı biraz açalım:
Soylu’nun istifası duyulduğu anda AKP trolleri kolları sıvadı. O çok kısacık süre içinde 100.000 (Yazıyla: Yüz bin tweet yağdı. Ortak özellikleri Soylu’yu itibarsızlaştırmak, cuma gecesi yaşanan "suç"un sahibinin Soylu olduğunu göstermekti.
Aynı saatlerde karşı hamle geldi. İnanılmaz büyüklükte ve yoğunlukta bir karşı hamle. 350.000 (Doğru okudunuz: Üçyüz elli bin. Hatta kimi kaynaklara göre 420 bin kişi) kişi Soylu’nun arkasında güçlü bir duvar ördü. Hem de 30 dakika içinde…
AKP’nin 100.000 trolüne karşı 350.000 Süleyman Soylu askeri... ("Süleyman Soylu askeri" gibi cuk oturan nitelemeyi Sibel Danende’nin nefis analizinden aldım.) Gerçekten de Süleyman Soylu’nun ardında güçlü bir duvar örenlerde ağırlık JÖH, PÖH, HÖH gibi örgütlü, silahlı, militer ve paramiliter güçlerde.
Gecikmedi Türk milliyetçiliği ve militarizmine demir atmış Doğu Perinçek’ten ilk kutlama ekranlara düştü:
"İçişleri Bakanımız Sayın Süleyman Soylu’nun görevine devam etmesi ülkemizin güvenliği için çok yerinde bir karardır. Koronavirüs'e karşı halk sağlığı için mücadelede ve PKK, FETÖ terörünü bitirmek için aynı gemideyiz. Zafer Türkiye Cumhuriyeti'nin olacaktır."
Doğu Perinçek’in desteğinden çok daha önemli ve anlamlısı MHP’den gelmeliydi ve öyle de oldu: Günlerdir sesi soluğu çıkmayan Devlet Bahçeli’nin ağzından bir Süleyman Soylu güzellemesi geldi:
"…Milliyetçi Hareket Partisi mezkur istifanın kabul edilmemesinden ziyadesiyle memnundur (…) Sayın Süleyman Soylu azimli, inançlı, dirayetli ve mücadeleci kişiliğiyle Türkiye'nin en hassas döneminde üstlendiği bakanlık görevini başarıyla yerine getirmiştir. Bizim temennimiz bu görevine kararlılıkla devamından yanadır…"
Bu aktardıklarımdan sonra, bu alışılmadık ölçüde uzamış Tırmık’ı kısa bir paragrafla noktalamak mümkün.
Türk milliyetçiliği, Türk ırkçılığı ile fiili bir koalisyon kuran ve iktidarını ancak böyle sürdürebileceğini kabullenmiş bir Tayyip Erdoğan ile karşı karşıyayız. Siyasal iktidar epeydir ve artık AKP Reisi’nin elinde ve iki dudağının arasında değil. "Süleyman Soylu olayı" bu gerçeğin somut bir kanıtı.