Üst not: Hep “dip not” olacak değil ya, bir de “üst not” olsun.
Üst not: Hep “dip not” olacak değil ya, bir de “üst not” olsun. Pazar günleri izin yapıyorum. Köşe boş kalmasın diye gezi yazılarımdan ilginç olanlarını buraya koyalım dieye düşündük. İlk Pazar günü bunu belirttik de. Ama bu köşeyi daha sonra okumaya başlayanlar “Ne oluyor? Pazar günleri eski yazılarını ısıtıp ısıtıp önümüze koyuyorsun” diye takıldılar. Haklılar galiba. En iyisi bu hafta Neruda’yı da anlatıp bu gezi dizisini noktalayayım... * * * "Companiero Pablo Neruda gün batımına doğru iskemlesini işte tam buraya yerleştirir ve Pisco Sour'unu içerdi..." dedi ve soğuktan buğulanmış pisco sour bardağını önümüze sürdü. Atıyor itoğlu it. Kızılderili yüzüne pek uyan çekik çipil gözlerinin derinliklerine kadar gülüyor. Attığını saklamıyor zaten. Yersen tabii... İsla Negre'deyim. Pablo Neruda'nın Pasifik kıyısındaki köyünde. İsla Negre, Karaada demek. Ama ada filan değil. Pasifik'e uzanan bir burun, minnacık bir yarımada. Bu sıradan balıkçı köyü Pablo Neruda'yla ünlendi. Neruda öldü. İsla Negre gene ünlü. Şili'ye yolu düşüp de şiirle uzaktan da olsa selamı sabahı olan her gezgin, İsla Negre'ye uğrayıp bir tür "haç farizası" eda ediyor. Tıpkı benim gibi. Bir tür Neruda turizmi doğmuş yani. Nitekim 140 kilometre ötedeki Santiago'da lüks Carrera Oteli'nin önünden günübirlik İsla Negre turları düzenleniyor. İsla Negre'de de yaşam bu turizme uygun düzenlenmiş. Örneğin votka-limon tadında, ama ondan çok daha yumuşak pisco sour bardağını önümüze süren garson taş çatlasa 20 yaşında. Yani Neruda öldüğünde o doğmamıştı bile. Ama Neruda'dan asker arkadaşıymış gibi söz ediyor. İki adım ötemizde ayakta dikilip, garsonun (ve daha sonra öteki İsla Negrelilerin) söylediklerini bize çeviren orta yaşlı köylü kadın da öyle. İki yıl öncesine kadar, Şili'nin güneyinde yerleşmiş Alman kolonisinde hizmetçilik, çocuk bakıcılığı yaptığını, öğrendiği çat pat Almanca ile İsla Negre'de turist rehberliği yapıp daha iyi kazandığı için buraya yerleştiğini uzun uzun anlattığını. Topu topu iki yıldır Karaadalı olduğunu unutmuş, "...Bir gün hiç unutmam Companiero Pablo Neruda ile şurada sohbet ediyorduk, bir de baktık ki...'' gibisinden cümleler kuruyor. Eh koskoca Pablo Neruda'ya da düşgücü böylesine zengin komşular yaraşır, deyip anlatılanları keyifle dinliyorum. Az ötede turistik eşyalar satan derme çatma kulubenin sahibi, Şili folklorunun simgesi olan, boy boy kamışlardan yapılmış bir tür üflemeli çalgıyı gösterip, "Companiero Pablo Neruda bu çalgıya çok meraklıydı. Kocaman bir kolleksiyonu vardı bunlardan'' diyor. Hani boş bulunsak, Kapalıçarşı esnafının alık turistlere Kanuni Sultan Süleyman'ın kılıcını habire sattıkları gibi bana da bu üfleleme çalgıyı kakalayacak. Dükkanda boy boy sıralanmış düzinelerle çalgıya baktığımı görünce keyifle ve arsızca gülüyor: - Canım varsay ki bu elindeki orijinaldir. Orijinal olanı bundan farklı değildi ki... Sonra bir daha gülüyor. Bu keyifli dalgacılık bana da bulaşıyor. Birlikte gülüyoruz. * * * 11 Eylül 1973. Moneda Sarayı'nı faşistler bastı. Jetler saraya dalışlar yapıyor. Tanklardan makinalı tüfek namluları saray duvarlarını tarıyor. Duvarlar delik deşik. Kan, ateş ve ölüm. Allende. Şili'nin Marksist Başkanı Salvador Allende öldürüldü. Şili'ye faşizmin karanlığı çöktü. Bir gün sonra. 12 Eylül. Hayır 1980 değil. Hayır, Türkiye'de değil. Ama çok da farklı değil. 12 Eylül 1973. Çamurlu postallar Pasifik kıyısında nazlı nazlı uyuyan bir köyü, İsla Negre'yi bastılar. Ramon yaşlı bir köylü. Galiba İsla Negre'de Neruda'dan "Companiero'' (Companiero= Yoldaş) diye söz etmek en çok Ramon'un hakkı. Şimdi kış uykusuna yatmışa benzeyen Şili Komünist Partisi'nin Valparaiso örgütünde yöneticilik yapmış. Doğma büyüme İsla Negre'li... Makinalı tüfek gibi konuşuyor. Sustuğu anlar, o hiç sönmeyen ve bitmeyen cigarasından bir soluk çektiği anlardan ibaret. Bizim çocuk bakıcılığından yetişme "çevirmen"in Almancası çoktan iflas etti. Ramon'un İspanyolcasından bir şeyler kapmaya çabalıyorum. İsla Negre... Faşisto... Pinochet... Militaristo... Companiero Pablo Neruda... filan gibisinden sözcükler uçuşuyor. Anlaşamayacağız besbelli. Yavan yavan sırıtıyorum. Bileğimi tuttu. Yürüdük. Birlikte Palo Neruda'nın kulübesine girdik. Müzeleşmiş. Bakımlı. Herşey olduğu gibi bırakılmış. Masa, biblolar, tablolar, tablolar, tablolar, heykeller, heykelcikler... Kulübenin çalışma odasının bir köşesi de olduğu gibi bırakılmış. 12 Eylül 1973 günü olduğu gibi. Ve masanın yanında bir kanapenin üstünde bir kağıt tomarı. Neruda'nın el yazısı ile şiirleri. Dağınık bir kağıt tomarı. Üstünde çamurlu bir postal izi... İspanyolcaya gerek yok. Anladım... 12 Eylül 1973 sabahı İsla Negre'deki kulübe darmadağın edildi. Militarist hoyratlık ve faşist barbarlık Allende'nin Paris Büyükelçisi, 1971 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi, 1952 Dünya Barış Ödülü, Şili Komünist Partisi'nin seçilmiş senatörü, İsla Negre'nin uslanmaz haylazı Ricardo Eliecer Neftali Reyes y Basoalto Pablo Neruda'ya saldırdı. Şiirler postal çamuruna bulandı; bir başka devrimcinin, Meksikalı ressam Diego Rivera'nın armağanı o benzersiz "Pasifik Kıyısında Akşam Güneşi'' tablosu paramparça edildi. Oturduğu ünlü hazır iskemle paramparça edildi. Güney'den kızılderililerden armağan içi doldurulmuş, kanatlarının ucu ak And (Dağları) Kartalı paramparça edildi. İsla Negre paramparça edildi. Ramon'un yaşlı ve nice acılarla tanışmış yüreği paramparça edildi. Pablo Neruda hastaydı. Santiago'daki evi La Chascona da basıldı. Orada da şiirler postal çamuruna bulandı. Barbarlıktan yatak odası da payını aldı. İspanyol İç Savaşı'ndan kurtulan ve Şili'de Siyasi göçmen olarak Neruda'nın kanatları arasında yaşayan bir Cumhuriyetçinin Granada usulü dokuduğu ipek yatak örtüsü bir süngüyle boydan boya delindi. Bu yatak odasını bölüştüğü, güzeller güzeli, üçüncü ve son karısı ve son aşkı Mathilde Urratia yıllar sonra evin, La Choscona'nın her yanını onarttı, düzeltti, eskiden nasılsa öyle öyle yaptı. Yatak odası hariç. O oda "12 Eylül akşamı nasılsa öyle'' bırakıldı. La Choscana bugün müze. Ama yatak odası müzeyi gezenlere kapalı. Mathilde Urratia'nın vasiyeti böyle. Yeniden İsla Negre. Akşamüstü. Neruda'nın masasını kurduğu yerde bir kaç masa var. Latin Amerika'da yaz bitmiş, sonbahar çoktan başlamış. Hava serin. Pasifik'ten bitmek bilmeyen bir rüzgar esiyor. Tek turist benim. Ne güzel. Az ötede, on beş yirmi adım ötede Neruda'nın kulübesi. Onun içkisini, Pisco Sour'u yudumluyorum. Anlatıyorlar. 23 Eylül 1973 günü, Pinochet'in uğursuz darbesinden tam on gün sonra haber gelmiş: Pablo Neruda Santiago'da, Santa Maria Kliniğinde ölmüş. Kalbi, yaşlı, yorgun ve hasta kalbi faşizmin karanlığını kaldıramamış. Anlatıyorlar. O akşamüstü. 23 Eylül 1973'de günbatımına doğru. Kimse kimseyi çağırmadan, kimse hiçbir şeyi örgütlemeden İsla Negre'nin balıkçıları, temizlikçi kadınlar, postacı (o filmi görmüş müydünüz?), eski ve yeni komünistler, bir kaç kızılderili burada toplanmışlar. Bardaklara Pisco Sour konmuş. Onun içkisi. Bir silah arkadaşı konuşmuş: - Sözcük sihirbazı, müebbet aşık, companiero Pablo Neruda için. İsla Negre'nin uslanmaz haylazı için... Bir dikişte devirmişler içkilerini. Biri İsla Negrelilere ve Pasifik'e doğru, bir uzun şiirden bir küçük dörtlük okumuş: - Ey köpüklerin anası / Sonsuz yalnızlık / Ben sevincimi buraya kuracağım / Görülmemiş acımı... Sonra sessizce dağılmışlar. * * * Ey okuyucu! Eğer bir gün bir gazeteci size İsla Negre'yi anlatır da, İsla Negrelilerin ağzından 23 Eylül 1973 günbatımını dinleyip size aktarır da ardından gözlerinden sıcak yaş damlaların yuvarlandığını eklemezse, bilin ki ya şiire düşmandır ya da yalan söylüyordur...