24 Nisan 1915. İstanbul. Gece yarısı. Gün başlayalı henüz bir kaç dakika olmuş. İttihat Terakki’nin gizli servisi Teşkilat-ı Mahsusa’nın özel ekipleri 256 evin kapısını çaldı
24 Nisan 1915. İstanbul. Geceyarısı. Gün başlayalı henüz birkaç dakika olmuş. İttihat Terakki’nin gizli servisi Teşkilat-ı Mahsusa’nın özel ekipleri 256 evin kapısını çaldı. Açılması geciken kapıları kırdı. Aralarında Meclis-i Mebusan üyeleri, yazarlar, ressamlar, müzisyenler, öğretmenler bulunan 256 Ermeni aydını gözaltına alındı ve sabahın ilk ışıkları ile birlikte bilinmeyen bir yere ve olmayan bir geleceğe doğru yola çıkarıldılar.
İttihat Terakki’nin Türkçü ideologlarının düşünsel temelini yıllardan beri attıkları “Anadolu sermayesinin Türkleştirilmesi, Anadolu’nun kadim kavimlerinden Ermenilerin bu topraklardan kazınması” süreci başlamıştı.
Anadolu’nun dört bir yanında, özellikle yoğun bulundukları Doğu Anadolu’da bütün (Bir daha: Bütün) Ermeniler, kadın ve erkek, genç ve yaşlı ve çocuk ayırmaksızın bugün Suriye sınırları içindeki çöl benzeri, çorak Der Zor bölgesine doğru mecburi tehcir’e (=zorunlu göçe) uğratıldılar. Der Zor’a varabilenler pek azdı. Kimi yolculuğun başında, kimi yol boyunca yok edildi. Genç ve güzel kızlar ve iş görebilecek yapılı delikanlılar Kürt beylerince alıkonuldu. Yaşlılar üstlerindeki ziynet eşyaları alındıktan sonra etçil kuşlara yem olarak yol boylarına savruldular.
Süreç tamamlandığında Anadolu Ermenilerden arındırılmıştı.
Geride bıraktıkları tarlalar, otlaklar, evler, dükkanlar, atelyeler, hatta atelyeyle fabrika arası küçük zenaat ve sanayi tesislerine el kondu, yağmalandı, kapanın elinde kaldı.
Birkaç yıl sonra, İstiklal Savaşı başladığında, samimi inançlı Kemalist ideolog Falih Rıfkı Atay, Çankaya adlı kitabında şöyle yazacaktı: “Ermeniler yok oldukları için araba tekerleği, kağnı, dereleri aşmak için köprü yapacak usta ve zenaatkar kalmamıştı. Yunanlılara karşı savaşa hazırlanan orduya cephane ve destek yetiştirmek mümkün olmuyordu. Çok sıkıntı çekildi...”
* * *
Buraya kadarı T24 okurlarının kimilerinin bildiği, kimilerinin bilmediği, kimilerinin bilmek istemediği, kimilerinin tam tersini iddia ettiği bir tarihsel gerçeğin kaba ve çok özet aktarımıydı.
Yıllardan beri “1915’te ne oldu” sorusu tartışılıyor.
Soruya verilen cevaplar, cevap verenin ideolojik tercihlerine, gerçeği bilme kararlılığının derecesine bağlı olarak değişiyor. Yıllardır kördüğüşünden beter bir tartışma sürüp gidiyor:
- Kaç Ermeni öldü? Öldü mü, öldürüldü mü? Tehcir mi, katliam mı, soykırım mı, mukatele (=karşılıklı cankırımı) mi? Belgesi var mı? Belgeler kimde? Belgeler açıklansın mı? Belgeleri kim açıklamıyor?..
Bu kör tartışmanın ekseni, omurgası tek bir soruya indirgenebilir: 1915’te ne oldu?
Bu tartışmayı anlamlı bulmuyorum.
Başka bir soruyu ise çok anlamlı ve önemli buluyorum:
- 1915’ten bu yana biz Türkler’e ne oldu?
Ne okullardaki tarih kitaplarında, ne o günleri yaşamış dedelerin, ninelerin dilinde, ne anlı şanlı bilim adamlarının (Bilim adamı?) yazıp çizdiklerinde bu sorunun cevabı var.
97 yıldır 1915 gerçeğinin üstü kalın bır sır yorganı ile örtülü. O günlerde ne olduğu, neden olduğu kutsal bir devlet sırrı olarak saklanıyor. Gerçeği bilme hakkımız inatla ve kararlılıkla gaspediliyor.
Osmanlının, hele hele İttihat Terakki’nin mirasını reddeden genç cumhuriyetin ideologları, politik önderleri, güvenlik güçleri, gizli servisleri, kurumları inatla ve ısrarla biz Türkleri, İttihatçıların suçuna ortak ediyorlar. Suç ortaklığımızı pekiştirmek, geri dönüşsüz kılmak üzere eğitim sisteminden temel devlet politikalarına kadar her alanda sürekli çaba gösteriliyor. 1915’i bir Türk olarak sorgulamaya kalkışmak “Vatan hainliği”ne denk bir eylem olarak tanımlanıyor ve cezalandırılıyor.
O yüzden “1915’te ne oldu” sorusunun cevabını değil “1915’ten bu güne bize, biz Türklere ne oldu” sorusunun cevabının peşine düşmekten yanayım.
Bir grup Ermeni yurttaşımız bu 24 Nisan için yalın bir duyuru yaptılar. Bir nar. Bıçakla derin çizilip yaralanmış bir nar. Bu Tırmık’ın başında onu görüyorsunuz. Üstündeki yalın cümleye bir daha bakın: “Bazı yaralar zamanla iyileşmez. 24 Nisan 1915” yazıyor değil mi ?
Bence o yara biz Türklerin de böğründe, bilincinde, vicdanında açılmış bir yaradır. 97 yıldır “Bize ne oldu, bize ne yaptılar, bizden ne sakladılar ve neden sakladılar” sorusu cevapsız. Bu cevap günışığına çıkmadıkça o yara biz Türkleri de en az Ermeniler kadar acıtacak...
Haydi bir kez daha: 1915’ten beri biz Türklere ne oldu?