T24 yazıişlerinden "müdür" düzeyinde telefon ettiler:
- Abi, dört gün bayram var ya...
- He, var...
- O dört günde siyaset, analiz, yorum, durum, iç politika, dış politika yani somurtuk yazılar yazmasan da biraz eğlenceli, gülümseten, yani bayram yazıları yazsan dedik...
Hileyi fark ettiniz mi?
Aslında "Bayramda kaytarma, tatil filan yapma, dört günde dört yazı yaz" demiş oluyorlar. Gerisi laf ebeliği...
Ustalarımız öğretti, namlı yazar da olsan, hızlı haberci de olsan son karar yazıişleri masası'nındır. O masada oturanlar yazıları, haberleri istedikleri gibi keser biçerler, canlarının istediği başlığı koyar, kendi münasip gördükleri sayfaya yerleştirirler. İtiraz edilmez.
Yine o masada oturanlar kendi kafalarınca uygun gördükleri yazılar, haberler de ısmarlarlar. Gelmeyince, hatta gecikince hesap filan sorarlar. Diş geçirebileceklerini kestirirlerse fırça bile atarlar...
Niye?
Hiiiç. Yazılı olmayan meslek kuralı...
(Ustalar her zaman doğruyu öğretmezler, bazen böyle saçmaları da belletirler.)
Haydi buyrun sade suya tirit "bayram yazıları"nın ilkine...
* * *
Troya kralı Priamos'a bilici rahipler karısı Hekabe'nin doğuracağı çocuğun Troya'nın yıkımına sebep olacağını söylerler. Priamos da bebeği Kazdağları'nda ölüme terk eder. Ancak bir dişi ayı bebeği emzirir, çocuk biraz büyüyünce de bir kaz çobanı onu alır ve büyütür. Paris, Kaz Dağlarında kaz güden bir çoban olur.
Paris kazları güdüyormuş ama kazlar da günden güne zayıflıyorlarmış. Baba bildiği çoban, Paris'i çağırıp sormuş:
- Evlat bu kazlara ne oluyor böyle? Hepsinin tiridi çıktı. Dağ bayır kekik, pırnal, bodur meşe, defne, akasya, katırtırnağı, karaçam kaplı. N'apıyorsun sen peki? Neyle besliyorsun yani beslemiyorsun bizim kazları?
Garibim Paris boynunu bükmüş.
- Baba, baba, çoban baba, demiş. Bu dağları ben iyi bilirim. Dişi ayı analığım beni emzirken, sen beni evlat edinirken ben hep bu dağlardaydım. Her gün kazlarımızı alıp yukarılara götürüyorum. Bazen Troya (Çanakkale) yönüne, bazen Bayramiç düzlüklerine, bazen Edremit tepelerine... Ama çoban babam, oralarda artık kekik, pırnal, bodur meşe, defne, akasya, katırtırnağı, karaçam filan yok. Süt annem ayı da çaresiz yavrularını alıp uzaklara gitti. Çünkü bal yapan yaban arıları da yok artık. Her yan çırılçıplak toprak... Ot yok, ağaç yok... Kazlar toprak yemez ki çoban babam...
Çoban baba çok şaşırmış, bir de kendi gözümle göreyim deyip Kazdağlarını boydan boya dolaşmış ve görmüş ki kaz çobanı Paris haklı...
Kimileri bu olayın İsa’dan önce (İÖ) 13. Yüzyılda, kimileri ise İsa’dan sonra (İS) 21. Yüzyılın ilk çeyreğinde geçtiğini söylüyorlar.
Kesin bir bilgiye ulaşamadım ama bence...
* * *
Hoooop, hop Aydın Engin !..
Sana "siyaset yok, yorum haber, somurtuk yazı yok" denmedi mi?
İyi peki... Mitologyadan yürünemeyecek besbelli. Başka bir yazıya geçeyim...
* * *
Bergama pamuğu ünlüdür...
Küçük Menderes, Büyük Menderes ovalarında da pamuk yetişir ama Bergama ovasının pamuğu başkadır. Uzun lifler, ince ama dayanıklı lifler... Daha güneydeki ovaların çiftçileri pamuğuna iyi para almak istediğinde "Halis Bergama pamuğu beyim" diye hileye yatarlar, yurtturabilirlerse yuttururlar.
İmiş.
Artık öyle değilmiş.
Çünkü Ovacık köyü yakınlarındaki maden için ovanın yeraltı suyu kullanılmış ve eskiden 2 bilemedin 3 metreden belim kalınlığında su çıkarken, şimdi 350 metrede su bulan kendini şanslı sayıyormuş... 350 metreden su çıkarmanın maliyeti ile pamuk eken cepten öder, ocağı kurur...
Hooooop !.. Aydın Engin yutturmaya kalkma. Ovacık köyü dedin, maden dedin, sen sözü yine altın madenine getireceksin...
İyi peki... Başka konuya geçerim ben de...
Bayram tatilinde Halep'e gitmeyi düşünenler, düşünecekler var mı?
Yani varsa onlara Halep'i anlatayım. En yüksek binanın yüksekliğinin en yüksek cami minaresinin ilk şerefesinin boyunu geçmediği, görgülü, gelenekli Halep'i tanıtayım. Ermeni mutfağının en seçkin mezelerini ne İstanbul'da, ne Erivan'da sadece Halep'te bulabileceğinizi anlatayım, oradaki bir kaç meyhanenin adresini vereyim...
Hoooooop dedik Aydın Engin... Olmuyor ama böyle... Halep mi kaldı? Sen çaktırmadan lafı Suriye'nin kuzeyine getireceksin... ABD, Putin, Reis, SDG, ÖSO, Pençe, Zeytin Dalı diye saymaya başlayacaksın. Yemezler... Kavlimiz bu muydu?
* * *
Osmanlı paşası konağında devletin tepesindekilere bir ziyafet verecekmiş. Konukların eğlenmesi için dönemin en ünlü orta oyunu kollarından birinin kavuklusuna çağırmış.
- Al sana iki kese altın. Misafirlerimi güldür, eğlendir... Söyle bakalım ne yapacaksın?
Fukara kavuklu iki kese altını görünce gözleri parlamış...
- Emrin olur paşam, demiş, Arnavut taklidi yapayım...
- Aman haaa kaptan-ı derya alınır...
- Peki Kastamonu ağzıyla hikâyeler anlatayım..
- Sakın haaaa, sadrazam öfkelenir...
- Kayseri ağzı?
- Aman amana, hemen unut. Şeyhülislam oralıdır, gazabı da meşhurdur...
- Arap taklidi?
- Yav yapma, Harembaşı nerden geldi sanıyorsun sen?
Kavuklu, eğilmiş, iki elini yere koymuş. Paşa anlamamış:
- Bu ne bu?
- Masa taklidi paşam, demiş. Kimse alınmaz. Ama gülerler mi bilemem...
* * *
Gördünüz, bayram yazılarının ilkini denedim. Ama olmuyor...
Yarın yine deneyeceğim. Bugünlük iyi bayramlar...