Bir seçim oldu. 550 milletvekili seçildi. Biri hükümlü, sekizi tutuklu dokuz...
Bir seçim oldu. 550 milletvekili seçildi. Biri hükümlü, sekizi tutuklu dokuz milletvekili Meclis’e giremedi. Homurdandık, yanlış dedik ama Meclis’in öncelikli ödevinin önemi yüzünden o noktaya takılıp kalmadık. Meclis’in sekiz (Hatip Dicle tutuklu. O şimdilik gelemeyecek ya, o yüzden sekiz) eksikle çalışmasını tek başına bir protesto eden CHP’li İsa Gök zorunlu olarak gelip yemin edeceğini açıkladı; olumlu bulduk. BDP’liler boykotlarını sonlandırdı; Meclis’e gelip yemin edip milletvekili görevlerine başladılar, sevindik; “İyi oldu” dedik. Çünkü bu Meclis’in öncelikli, çok öncelikli bir ödevi var. 12 Eylül faşistlerinin ülkenin sırtına geçirdikleri deli gömleği Anayasayı çöpe atıp, yeni, ama sahiden yeni bir Anayasa yapılacak. Öyle 12 Eylül Anayasasının orasını burasını yırtıp, açılan yerleri yamayıp bir “onarılmış” Anayasa değil, yeni bir Anayasa... Yeni Anayasanın “yapılış yöntemini” belirlemek üzere bir uzlaşma komisyonu kurulması kararı alındı. “İyi” dedik, “Demek AKP oy çoğunluğu ile dediğim dedik, çaldığım düdük, demeyecek”. Çünkü Uzlaşma Komisyonunda bütün partiler eşit sayıda temsil edilmesinde anlaşma sağlanmıştı. Yani sanki Meclis bir Anayasa, yeni bir Anayasa yapma ödevini ciddiye almıştı. Galiba yanıldık. Meclis Anayasayı değil pantolonu tartışıyor... Yetmedi kravatı, başörtüsünü tartışıyor. Ama Anayasayı tartışmıyor. “Ne acelen var” demezsiniz umarım. Çünkü acelem var. Şu yasama dönemini “Kadın milletvekilleri pantolonla mı gelsin tayyörle mi, etek bluz giyseler olmaz mı ? Erkekler takım elbise mi giysinler, yoksa ceket ayrı, pantolon ayrı olsa da olur mu ? Kravat mecburi mi olmalı, serbest mi? Biri papyon takarsa bu içtüzüğe aykırı mı olur, uygun mu” tartışmaları ile geçireceksek niye sandık başına gittik ki ? Umarım “Sadece pantolon, kravat, başörtüsü değil. Bak köstebek sorununu da tartışıyorlar” demezsiniz. Anladık Kılıçdaroğlu “Köstebek Beşir Atalay’dır” dedi; o “Valla billa ben değilim” dedi... E tamam işte. Konu zaten yargıda. O telefon konuşmasının içeriği nasıl olsa iddianamede yer alacak. Görevden alınan savcıların yerine gelenler o konuşmanın bant kaydını dosyaya koymazlarsa nasıl olsa birileri bu hileyi açıklayacak. Yani uzun uzun tartışma anlamlı değil. İddianame açıklanır açıklanmaz anlayacağız: Kılıçdaroğlu yanılıyor mu, Beşir Atalay kıvırıyor mu ? Laf ebelikleri bir yana bırakılsa da şu sorulara cevap verilse, biz de yeni anayasa da “Kim ne diyor”u öğrensek; Anayasa’nın yeni olup olmayacağını şimdiden anlayabilsek:: ● Anayasa’da yurttaşlık nasıl tanımlanacak? ● Kürtçe ile ilgili bir sınır çizilecek mi, bu sınır nereden geçecek? ●Yerel yönetimlerin güçlendirilmesinde, Ankara’nın gücünün kırılmasında ölçüt neler olacak? ● Asker baskısı ile ve AKP’nin ödlekliği ile ağırlaştırılan Terörle Mücadele Yasası ayıbının zorunlu olarak değişmesi için Anayasa’da ne gibi ilkeler yer alacak? * * * Son iki güç günde Meclis’de olup bitenler bu sorulara cevap filan verilmeyecek; yeni Anayasa için bizleri de ikna edecek bir ciddiyetle kollar sıvanmayacak anlamına geliyorsa birileri bu oyunu bozmalı. Önerimdir: Şafak Pavel, sen yalnız akıllı değil cesur da bir kadınsın. Giy pantolonunu gel Meclis’e; o erkekler “Tüzük, içtüzük, yasa kural, madde” filan diye itiraz etsinler. Umursama, “Haydi beyler Anayasayı konuşalım” de. Bak nasıl şaşıracaklar? Sırrı Süreyya kardeşim, Meclis açıldığından beri yapıp ettiklerine, deyip söylediklerine baktık, “İyi ki onu yollamışız Meclis’e” dedik. Haydi devam et. Çıkar kravatını, ceket yerine bir kazak geçir sırtına, gir Genel Kurul salonuna. “Haydi beyler, bırakın çene çalmayı da Anayasayı konuşalım” de. Bak nasıl şaşıracaklar?