İnce hesabı siyaset erbabına bırakalım. Er ya da geç yapılacağa benzeyen, ancak hangi koşullarda yapılacağı henüz iyi bilinmeyen bir seçim olacak. Malum bir halk deyişi “Osmanlı’da oyun bitmez” demiş ya, AKP Reisi ve tayfası Osmanlı'yı 2021’de yaşamak gibi bir düşün içinde dönenip duruyorlar. O yüzden o kesimden gelecek fetbazlıkların ne olduğunu henüz bilmiyoruz.
Ama ne olursa olsun, iktidarın en tepesine, AKP Reisi Tayyip Erdoğan’ın sözlerine inanacak olursak, ki inanmamız için herhangi bir sebep yok, sandık başına 2023 Sonbaharında gidilecek. Muhalefet partilerinin çoğuna göre ise 2022 Sonbaharında seçim var.
Bunlar ince hesaplar. En azından benim aklım ermez.
Muhalefet partileri “parlamenter sisteme” dönüş hedefinde mutabık kalmışa benziyorlar. Kimileri güçlendirilmiş bir parlamenter sistemden, kimileri sadece parlamenter sistemden söz ediyorlar. Aradaki vurgu farkları ne olursa olsun sonuçta Meclis’in şimdiki gibi göstermelik olmayacağı, siyasal literatürde otokratizm denen tek adam yönetimine, hele bizdeki gibi tek adamın keyfi, bilir bilmez (çoğunda bilmez) her konuda karar verdiği sisteme son verecekleri anlaşılıyor. Devleti Cumhurbaşkanı temsil edecek ama devleti bir Başbakan ve onun bakanları yönetecek…
Galiba “kuvvetler ayrılığı” denen, yasama (Meclis) yürütme (Hükûmet) ve denetim (Yargı) erklerinin birbirinden ayrı ve bağımsız oldukları bir sistem konusunda da muhalefet partileri görüş birliğindeler ya da görüş birliğine epey yakın duruyorlar.
Nitekim 6 muhalefet partisinin (CHP, İYİ Parti, Saadet Partisi, DEVA Partisi, Gelecek Partisi, Demokrat Parti,) bir araya gelip seçim öncesi ortak bir tutum izlemenin ilk adımlarını atmaları önemli ve yararlı. Hele Cumhurbaşkanı adayını tanımlama ve AKP yargısını darmaduman etmek üzere HSK’nın yapısını değiştirme gibi konularda anlaştıklarına ilişkin (Barış Pehlivan’ın dünkü Cumhuriyet’teki yazısı) kulis bilgileri sevindirici.
*
Görüyorsunuz bir araya gelmeyi başarmış 6 muhalefet partisi arasında Meclis’te grubu bulunan, ülkenin 3. büyük partisi olan HDP yok.
Bundan şaşılacak bir yan da yok.
HDP’yi yok sayma, onunla yan yana görünmekten titizlikle kaçınma, hatta mümkünse adını bile anmama muhalefetin bütün kanatlarının, kimi az kimi çok ortak korkusu.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun HDP’yi meşru bir kurum olarak gördüğünü açıklaması bile tuhaf karşılanmadı, sevindirici, demokrasi açısından önemli, değerli bir adım olarak görüldü.
Doğru, bazı kesimleri ve kadroları örümcek bağlamış CHP’de Kılıçdaroğlu’nun böyle bir adımı elbette değerli ve anlamlı.
Ama yine de ülkenin üçüncü büyük partisini, Meclis’te milletvekili ya da milletvekilleri bulunan 14 parti içinde de ilk üç arasında yer alan bir partiyi “meşru” bir parti olarak görmeyi önemli bulacak kadar demokrasi ve özgürlük çıtası yerlerde sürünen bir ülkedeyiz. O yüzdendir ki AKP Reisi, New York’ta CBS televizyonunda kasıla kostaklana “…Özgürlükler noktasında Türkiye buralarla mukayese edilemeyecek kadar çok daha özgürdür” dedi, diyebildi.
Ama seçim üstüne konuşurken bunu da sorun etmeyelim. HDP seçimlere ilişkin ortak tutum alma konusunda savunduğu ve savunacağı 11 ilkeyi olanca açıklığı ve yalınlığıyla ortaya koydu. Önceki gün Halk TV ekranındaki söyleşisi sırasında da Eş Başkan Mithat Sancar öteki partilere “Gelin bir masanın çevresinde oturup konuşalım” çağrısı yaptı.
Artık bundan sonra muhalefetin 6 partisi toplama, çıkarma gibi basit aritmetik işlemleri doğru yapıp Cumhurbaşkanlığı seçiminde yüzde 50 +1’i elde edecek ve Meclis’te mümkünse Anayasa'yı değiştirebilecek, olmazsa salt çoğunluğu elinde tutacak bir iskemle sayısına nasıl ulaşacaklarını bize anlatmalarını ve bizi buna inandırmalarını bekleyeceğiz. Anlatamıyor, inandıramıyorlarsa “muhalif”likleri içi boş bir palavradan ibaret olacak.
***
Ancaaaaaak…
Evet ancak, ince siyasetin ve ince hesapların büyüsüne kapılmadan yazının başlığındaki kalın siyasete bir göz atalım.
Diyelim HDP’nin 11 ilkesini iki eksik bir fazla bütün muhalefet partileri benimsedi ya da kendileri HDP’nin benimseyebileceği bir ilkeler dizisi hazırladılar, böylece seçim öncesi atılacak adımları attılar.
Ancak parlamenter sisteme geçişten tutun da “Başkanlık sistemi” denen tek adam yönetiminin demokraside ağır hasar yaratan bütün saçma kurumlarıyla birlikte tasfiyesi için seçim kazanmak yetmeyecek. Yeni bir anayasadan ceza, seçim, terörle mücadele gibi yasalardaki tüm ayıpların da düzeltilmesine kadar bir dizi demokrasi ve özgürlük görevinin üstesinden gelinmesi gerekecek.
Bu görevleri istekle yerine getirecek, sözüne güvenilir, demokrasiye bağlılığından kuşku duyulmayacak, bugün Tayyip Erdoğan’ın sahip olduğu yetkilerin sarhoşluğuna kapılıp ikinci bir Tayyip Erdoğan olmaya heveslenmeyecek bir cumhurbaşkanı seçilmesi gerekiyor.
Diyelim, ilkeler üstünde tartışma tamam; bir masa çevresinde buluşma tamam; ilkelerin ayrıntılanması, imza altına alınıp seçmenlere bir taahhüt olarak açıklanması da tamam.
Ancak hepsinden önce galiba bir Cumhurbaşkanı adayı bulunması ve bunda mutabık kalınması gerek. “Ekmelettin macerası”nı bir daha yaşamaya ne biz seçmenlerin ne bu ülkenin katlanması mümkün değil.
Bu da yetmeyecek. Meclis’te de çoğunluğun elde bulunması gerek. Yoksa Ankara ve İstanbul belediyelerinde yaşanan başkan ve belediye encümenleri arasındaki çelişkisi yaşanır. Bu ise ülke yönetiminde üstesinden gelinmesi mümkün olamayacak bir kargaşa (=kaos) demek.
“Bunlardan hangisi öncelikli” diye sormazsınız değil mi?
Öncelik yok, eş önem ve zorunluk var.
Umarım muhalefet partileri ince siyasette boğulmadan bu kalın ve yalın gerçeğin farkındadır.