Hemen “Hani n’oldu siyaset molası verdiydin” diye laf sokuşturmayın...
Hemen “Hani n’oldu siyaset molası verdiydin” diye laf sokuşturmayın, iğneli yorumlar döktürmeyin. Siyaset değil hukuk konuşacağız... Hatip Dicle’den söz edeceğim. Halen tutuklu bulunan ve 12 Haziran’da bağımsız milletvekili seçilen Hatip Dicle’den. Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesinin kararı bu yazının yazıldığı saatlerden (Perşembe 21.50) çok önce ajanslara düştü. Mahkeme, Dicle’nin aldığı cezanın, KCK tutuklusu olarak yattığı süreden sayılmasına karar verdi. Yani hukuku kılıfına uydurdu. Büyük olasılıkla siz bu yazıyı okurken KCK tutuklusu Hatip Dicle’nin hapisten çıkıp TBMM’e gelip mazbatasını alması için bir engel kalmayacak... Yani “sorun” çözülmüş gibi Çözüldü mü sizce? Tamam halkın oylarıyla milletvekili seçilmiş bir tutuklu dokunulmazlık zırhına kavuşacak, tutukluluğu kalkacak ve milletvekili olacak. Tıpkı Ergenekon sanıkları CHP milletvekilleri Balbay, Haberal ve MHP milletvekili emekli general Engin Alan gibi. İyi mi oldu? Evet çok iyi oldu. Özellikle siyasal suçlardan yargılananların tutuksuz yargılanmasının bu ülkede kural haline gelmesi yönünde bir adım oldu (olabilir). Bu da iyidir. * * * Ama ben yine de Hatip Dicle’yi yazacağım. Hayır, onun 1991’de de milletvekili seçildiğini, ama ardından 1994’de daha sonra MHP üyesi olan ünlü (hem de ne ün!) DGM Başsavcısı Nusret Demiral’ın hazırladığı iddanameye dayanılarak dokunulmazlığının kaldırılıp hapise tıkıldığını; 10 yıl cezaevinde kaldığını; Kürt siyasal hareketindeki etkili yaşamına kaldığı yerden devam ettiğini; Demokratik Toplum Kongresi eşbaşkanlığına getirildiğini; DTP’ye (BDP’nin o günkü ardılı) katılmasının Anayasa Mahkemesince siyasal yasaklı olduğu gerekçesiyle düşürüldüğünü; 2010 Nisan’ında, yaptığı bir konuşmada (Bir daha: Bir konuşmada) örgüt propagandası yaptığı iddiasıyla yeniden tutuklandığını ve halen tutuklu olduğunu hatırlatmayacağım. Amacım sizlere Hatip Dicle’yi tanıtmak değil. * * * Ama Hatip Dicle aynasında bu ülkenin en yüksek yargı organı olan Yargıtay’ı bir kere daha tanımamıza katkı sağlayacak bir hukuk uygulamasını kurcalamaya kararlıyım. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi bir konuşmasında (bir daha: Bir konuşmasında) örgüt propagandası yaptığı gerekçesiyle 2010 Nisan’ında yani sadece bir yıl önce tutuklanan Hatip Dicle’yi 1 yıl 9 ay hapse mahkum etti. Karar Yargıtay’a gitti. Yargıtay’ın “ünlü” dairelerinden 9. Ceza Dairesi dosyayı görüştü ve seçimden sadece üç gün önce 10 Haziran günü cezayı onayladı. Böylece varolan yasaya göre Hatip Dicle’nin seçilse bile milletvekili olabilme yolu hukuken (hukuken?) kapatıldı. Hatip Dicle 12 Haziran’da milletvekili seçildi. Şimdi YSK bir karar verecek. Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nin yattığı süreyi aldığı cezaya sayma kararı YSK kararını kolaylaştırabilecek, falan filan... * * * Şimdi şu soruya hep birlikte cevap verelim: Elindeki dosyalar aylar ve aylar boyu bekleyen Yargıtay, topu topu bir yıl önce açılmış, hızla karar bağlanmış bir mahkumiyeti seçime iki gün kala, görülmedik bir hazla onayladı. Sizce bu Türkiye’de hukukun doğal akışına uygun, altında buzağı aranmaması gereken, “Şeriatın kestiği parmak acımaz... Hukuk devletinde mahkemelerin kararlarına uyulur... Hele yüksek yargıçların kararına haydi haydi...” denebilecek bir uygulama mıdır? Sanmıyorum ama ola ki içinizden biri “Tabii ne var bunda. Adam yargılanmış, mahkum olmuş, hep geciktiğinden şikayet edilen Yargıtay da kararı çabucak onamış. Hukuk budur. Adalet budur” filan demiştir. Öyleyse aşağıdaki paragraflarda, onlarca, yüzlerce örnek arasından neredeyse rastgele seçtiğim bir örneği okuyun; bakalım görüşünüzde ısrar edecek misiniz? * * * Bu satırların yazarı 1970’li yıllarda yazdığı Tırmıklar yüzünden (sadece o yüzden) beş defa hapse girdi. Kiminde üç ay, kiminde beş ay yattı; çıktı; yine girdi, yine çıktı... Süleyman B. ile o yıllarda tanıştı. Selimiye kışlasındaki hapishanede... Süleyman B. Dev Sol örgütü üyeliğinden tutukluydu. Kimseyi öldürmemiş, kimseye silah sıkmamıştı. Suçu bildiri dağıtmaktı. Ama terör örgütü üyesi olarak tutuklanmıştı. Birlikte çok volta attılar; mutfak nöbeti tuttular, siyaset konuştular, yaşamla dalga geçen sohbetler kaynattılar. Tırmık yazarı tahliye edildi. Dışarıda Tırmık’a devam etti. Yine tutuklandı. Süleyman B. ile yine buluştular. Bu kez Davutpaşa Kışlasının hapishanesinde... Birlikte yine çok volta attılar; mutfak nöbeti tuttular, siyaset konuştular, yaşamla dalga geçen sohbetler kaynattılar. Tırmık yazarı bu kez yanlışlıkla tahliye edildi o da fırsatı kaçırmadı, yurtdışına tüydü. 12 yıl siyasal göçmenlik yaptı. 1991’de Türkiye’ye döndü, özgür kalması için zorunlu olduğu borcunu eda etmek üzere yine hapse girdi. Süleyman B. ile yine buluştular. Bu kez Sağmalcılar Cezaevinde. Süleyman B. bütün o yıllar boyunca hep hapisteydi. Tam 12 yıl. Hem de 12 Eylül koşullarının hapishanelerinde. Ama sıcak gülüşü, daha da derinleşmiş entellektüel birikimi ve hiç eksilmeyen mizahı ile... Birlikte yine çok volta attılar; mutfak nöbeti tuttular, siyaset konuştular, yaşamla dalga geçen sohbetler kaynattılar. Sülayman B. 12 yıl yattıktan sonra yargılandığı Dev Sol örgütü adına bildiri dağıtma suçundan tahliye edildi. Yıl 1991 idi. Süleyman B. terör örgütü üyesi olmak suçundan yargılanıyor. Ceza yerse neredeyse 20 yıl hapse mahkum olacak. Bir düzgün yaşam kurmak, geleceği ile ile ilgili uzun erimli planlar yapabilmek için “hukuksal açıklığa” ihtiyacı var. Ve... Ve Süleyman B. ve arkadaşları için taa 1979’da açılmış dava henüz sonuçlanmadı. Yargıtay’da kesin karara varılmasını bekliyor. * * * Şimdi bana Hatip Dicle hakkında Yargıtayca verilen kararın doğal ve usulüne uygun olduğunu yani meşru olduğunu söyleyin bakalım. Bir de bu ülkenin yargı ve yüksek yargı organlarına güvenmemi; Anayasa’da yazan “hukuk devleti”nin sahiden var olduğunu, siyasal etkileşimlerden uzak olduğunu söyleyin bakalım... Var mı söyleyen?