Yazının başlığını önce “Bu Yaz Sıcak Geçecek” koydum. Ama baktım...
Yazının başlığını önce “Bu Yaz Sıcak Geçecek” koydum. Ama baktım ki sıcak günler sonbahara da sarkacak. Biraz daha düşündüm. Valla sıcaklık kışa da sarkabilir... Baktım yazı başlığı “meteoroloji raporu”na dönecek, hepsinden vazgeçtim ve yukarıda okuduğunuz başlıkta karar kıldım. Tırmık’ın kıdemli okurları anladılar: Sol’dan söz edeceğim. Tırmık’ın kıdemli okurları yine anladılar: Sol deyince, sosyal demokrasiyi değil, sosyalist solu; sosyalizmin çağdaş yorumunu ve anlamını arayan; demokrasi ile sosyalizmin bir arada bulunabileceğini, hatta bunun sosyalizmin olmazsa olmazı olduğunu –nihayet- anlamış soldan söz edeceğim... Yukarıdaki paragrafları okuyunca sol siyaseti iyiden iyiye köşeye sıkışmış; 12 Eylül’de ardından Özalizm döneminde, onun hemen ardından küresel finans sermayesinin saldırısı altında ve son olarak da serbest piyasa tanrısına (da) tapan islamcı bir partinin sekiz yıllık iktidarı döneminde yediği darbelerle gücü çok azalmış, toplumsal etkisi kimilerinin yok diyeceği kadar zayıflamış bir ülkede yaşıyor olmaktan yüreği sızlayan, bilinci kavrulanlar kulak kabarttı. Biliyorum... Ama “sol memesinin altındaki cevahir” çoktan kararmış ya da orada “cevahir” yerine zaten kömür taşımış birileri “Ne solu yaaa... Sol mu kaldı yaaa... Akıntıya kürek çekmeye çağırma bizi Aydın Efendi... Sol dünyada bitti, Türkiye’de de müzelik oldu yaaaa...” diye cıvık naralar atanlar da olacak. Biliyorum. Sözüm birincileredir. İkincilere sözüm yok. İşçinin, işsizin, yoksulun, yoksunun, dinsel ya da cinsel ya da etnik kimliği hunharca çiğnenenin, mağdurun, hakkı yenenin, ezilenin, itilip kakılanın, geleceği kararmışın, geleceği olmayanın, aş ve iş bulamayanın, çağından, dünyadan ve ülkesinden sorumlu olmayı varoluş nedeni bilen aydının yanında saf tutmayanlara niye sözüm olsun ki... Şimdi buyrun yazıya... * * * Seçim bitti. Recep Tayyip Erdoğan’ın partisi dört yıl daha iktidarda. Hayır, yeşil bayrakları açıp şeriat filan getirmeyecekler. Meyhane, kerhane de kapatmayacaklar. Ufukta sivil faşizm de görünmüyor. (Bu terimi ısrarla ve şehvetle kullananlara kaynak kitaplara bir kere daha bakmalarını, faşizmin tanımını ve sivil ile faşizm kavramlarının buluşabilmelerinin kertesini gözden geçirmelerini öğütlemekten öte diyecek sözüm yok)... Ama küresel finans sermayesinin sadece Türkiye’de değil hemen bütün Ortadoğu’da has temsilciliğine soyunmuş, “Kalkınma, ne pahasına olursa olsun kalkınma” sloganına sımsıkı sarılıp doğayı, çevreyi, insanı umursamayan, kapitalizmin “vahşi” diye anılan dönemlerini aratmayacak kadar pervasız ve gözü dönmüş bir siyasal iktidarla karşı karşıyayız. Durmuş oturmuş ve gelişkin demokrasilerde böylesi iktidarların karşısında kitle partisi niteliği taşıyan sosyal demokrat partiler olur ve sosyal devlet kavramına iyi kötü sarılarak ülkeyi “köpeksiz köy bulup değneksiz gezilen” bir avlak olmaktan elinden geldiğince korur. Türkiye’nin bu şansı yok. Devlet partisinden sosyal demokrat partiye dönüşmeye çalışan, 1967’den beri buna çabalayan ve 1967’den beri beceremeyen CHP’de en gerici parti güçleri kılıçlarını çektiler ve “Hamam eskisi gibi kalsın ve yeni gelen tellaklar gitsin”den ibaret utanç verici bir siyasal atağa geçtiler. Başarabilirler mi? Umalım başaramasınlar. Ama yeni bir Anayasa’nın konuşulacağı, tartışılacağı ve yapılacağı; Kürt sorununun çözümünde zorunlu adımlar atılacağı çok can alıcı bir dönemde partiyi yeniden ele geçirmeyi başaramasalar bile köstek olmayı, partinin aylaklarına prangalar bağlamayı becereceğe benziyorlar. Göreceğiz... * * * Sol, sosyalist sol, işte bu yüzden bu dönemde ülke için yaşamsal önem taşıyor. Alkışlanacak bir beceri ile, seçmen kitlesinin kılcal damarlarına kadar ulaşıp 36 milletvekilini Meclis’e taşıyan Kürt siyasal hareketi sosyalist sol bir damar da taşıyor. (PKK kısaltmasının açılmış halinin Kürdistan İşçi Partisi olduğunu unutmuyorsunuz değil mi ?) Kuruluşunda bu damar Kürt siyasal hareketinde baskın damardı. Ama yıllar içinde “ulusal kurtuluş hareketi” damarı ağırlığını artırdı. O yüzden Kürt siyasal hareketi (BDP, PKK, KCK; DTK) için sosyalist sol bir örgütlenme nitelemesi gerçeğin sınırlarını fazla zorlar. Ama son seçimlerde yine de bu sol damarın büsbütün yok olmadığı, Kürt milliyetçiliğine kurban edilmediği kanıtlandı. EMEP başkanı Levent Tüzel’in, Sırrı Süreyya Önder’in ve Ertuğrul Kürkçü’nün bu hareketin desteği ile parlamentoya taşınmışlıkları bu kanıtlardan biri... * * * Laf uzadı ama zorunluydu. Şimdi sorulara geçelim: Peki bundan sonrasında ne olacak? İçinde başat unsur olarak BDP’nin yer aldığı Emek, Barış ve Özgürlük Blok’u sürecek mi ve nasıl sürecek? Öcalan İmralı’dan bir kez daha çatı partisi çağrısı yaptı. Benim anladığım çatı partisi, var olan sol ya da sol damarı bulunan örgütlerin koalisyonundan oluşan bir yapı. Bir anlamda örgütler varlıklarını koruyacaklar, ama bir çatı altında bir araya gelecekler. İleride kaynaşma olursa örgütler kendilerini bütünün içinde eritecekler. Peki olmazsa? Bir soru daha: Bütün Türkiye’yi kucaklayabilecek, moda deyimle “Türkiye partisi” olacak bir örgütlenme, çatı partisi formülünden doğar mı? Bir yanda gücünü kanıtlamış, seçmeniyle kıskanılacak düzeyde bütünleşmiş bir BDP (ya da Kürt siyasal hareketi) öte yanda kitlesel gücü olmayan dolayısıyla caydırıcı bir siyasal güç olarak pek de anlam ifade etmeyen sosyalist örgütler... Böyle bir yapı sahiden de doğudan batıya, kuzeyden güneye bütün Türkiye’yi kapsayabilir, kendine “Ah evet, işte benim ihtiyacım olan parti budur” dedirtebilir mi? Keza kitlesel gücü Kürt bölgelerinde tartışılmaz hale gelmiş BDP ile bir örgütler koalisyonu, adeta “federatif bir parti” diye tanımlanabilecek çatı partisi yerine tarafların eşit haklı konumlanacağı ortak bir sol parti oluşturma formülü gerçekçi mi? Haydi bir soru daha: Peki bir çatı partisinde ya da bir ortak partide buluşmak mümkün olmazsa, olamazsa, olmayacaksa ne olacak ? * * * Yazı alışılandan çok fazla uzadı ve uzayan giriş bölümü yüzünden soruların sadece bir bölümü art arda sıralanabildi. Oysa başka sorular ve alt-sorular da var ve gerek soruların gerek alt-soruların enine boyuna tartışılması gerek. Bu yazı yetersiz bir giriş olsun. Önümüzdeki günlerde nasıl olsa bu konuda okurları bıktırma pahasına daha çok Tırmık yazılacak... Şimdilik “Yaz, sonbahar, kış sıcak geçecek” diyelim; ilkbaharın da sıcak geçmeyeceği bir sonuca varılmasını dileyelim ve bu uzamış Tırmık’ı noktalayalım...