Pazartesi sabahından itibaren ülkenin dört bir köşesinde 12 Eylütl’ün hesabının sorulamamasını kendine, vicdanına yediremeyen kimi yurttaşlarımız grup grup savcılıkların önünde bittiler ve 12 Eylül darbesinin bugüne kadar cezasız kalmış çete üyeleri hakkında suç duyurusunda bulundular. Halkoylamasının sonucuna göre Anayasanın geçici 15. maddesi yürürlükten kalktı ya, artık 12 Eylül çetesini koruyan yasal (yasal?) zırh da ortadan kalktı. Gerçi kimi umutsuzlar veya niyetsizler epey önceden “Bir şey çıkmaz... Zaten zaman aşımına uğradı” filan diye kıvırdılar ama yutturamadılar. Bir kere insanlık suçlarında zaman aşımı uygulanmaması uluslararası hukukun bir gereği. Kaldı ki yürekli hukukçu Sacit Kayasu, şu ünlü HSYK tarafından görevden alınıp meslekten de atılmadan önce, Adana savcısı iken Evren ve suç ortakları hakkında darbe suçundan cezalandırılmaları talebiyle bir iddianame düzenledi. O dönemde bir savcının iddianame düzenlemesi dava açılması için yeterli sebepti (sonra biraz değişti; mahkemenin iddianameyi kabul etmesi koşulu getirildi). Adana başsavcısının, “Kayasu iddianamesini” görmezlikten gelmeye çabalaması; HSYK’nın hukuku guguk kılan bir kararla Kayasu’yu görevden alıp ardından meslekten atması filan sonucu değiştirmez. Ortada bir suç iddiası ve bu sebeple düzenlenmiş, hukuksal olarak geçerli bir resmi iddianame var. Yani zaman aşımı filan yok... Şimdi benim bu iddiama epey itiraz gelecek. Bunu biliyorum. Ama umurumda değil. Hukuk fakültesinde iki sömestr okuyan bir öğrenci bile bilir ki yazılmış, imzalanmış, savcının mührüyle damgalanmış yani hukuksal olarak geçerli bir iddianameyi darbe yapıp anayasayı yürürlükten kaldırmadıkça kimse yok sayamaz... * * * Ama bir suç duyurusunu yok sayacak epey savcı vardır... Son cümleyi yabana atmayın. Bir suç duyurusu uzmanı konuşuyor. Eskilerin deyimle ile söylersek: Tecrübe ile sabit... Eğer halkoylamasının daha dumanı tüterken, yani 15. madde kalkar kalkmaz suç duyurusunda bulunanlar ödevlerini yaptıklarını sanıp başka işlere bakacaklarsa; şimdiden uyarıyorum, fena halde duvara toslarlar. Türkiye Cumhuriyeti savcılıklarının tozlu dosya dolaplarında yüzlere, hatta binlerce suç duyurusu var. “Duyurulmuş” ve duyurulmakla yetinilmiş yüzlerce ve binlerce suç duyurusu... Eğer ardı kovalanmazsa, suç duyurusunu işleme koymayan savcıdan gerekçe istenmez; gerekçe yetersiz ise daha üst hukuksal kanallar zorlanmazsa ülkemizde suç duyuruları genellikle uykuya yatırılır... Ve suç duyurusunda bulunanlar şunu bilsinler ki sözünü ettiğim “ardını kovalama” pek zahmetli, pek bıktırıcı, bürokrasinin çarkları arasında inatla yürünmesi gereken berbat bir yoldur. Ama çıkmaz sokak filan da değil, inatla kovalanınca bir yerlere varan bir yoldur. Suç duyurularının izini sürecek, ardını bırakmayacak, bürokrasiyle boğuşmaktan yorulmayacak, suya sabuna dokunmayan ya da darbe zihniyetine kendini kaptırmış savcılarla karşılaşılırsa kuru gürültüye pabuç bırakmayacak sahici demokrat yurttaşlara destek vermek, omuz vermek, onların yapıp ettiklerini kamuoyuna duyurmak benim ve T24’ün ve medyadaki başının gölgesini önüne düşürmemiş arkadaşlarımın ödevidir. Ama suç duyurusunda bulunup sonra da elini yıkayıp keyfine bakanlar olursa onları izleyip sergilemek de benim ve T24’ün ve medyadaki başının gölgesini önüne düşürmemiş arkadaşlarımın ödevidir. Benden söylemesi... * * * Not: Ben Ege kıyılarını İzmir’in kuzeyinde kalan bölümünü teftişe gidiyorum. Yazıları aksatmamaya kararlıyım. Ama yolculuk hali, yine de bir kaç gün aksarsa hoşgörün e mi?