Yazı başlıktaki soruya cevap vermeyecek. Sadece tartışılması...
Yazı başlıktaki soruya cevap vermeyecek. Sadece tartışılması gereken bir kaç noktanın altını çizecek; kimilerini kalın çizecek ve Devletin dizginlerini –artık ya da hemen hemen- tek başına elinde tutan AKP’nin Ortadoğu’da yapıp ettiklerini sorgulayacak. Suriye alev alev. Hama ve Humus sokaklarında ölüm kol geziyor.Yıllar önce baba Esed’in ordusunu salıp onbinlerce kişiyi öldürttüğü Hama’da bugün oğul Esed aynı cinayetleri işlemekte. Beşar Esed’in durdurulması bir insanlık ödevi. Ama nasıl? Hangi yöntemle? Başbakan o kükrek (Biliyorum böyle bir sözcük yok. Ben uydurdum. Ama galiba iyi uydu), evet o kükrek üslübu ile yağıp gürlüyor; Suriye yönetimine nasihatlar yağdırıyor. Ama nasihatla da yetinmedi. Önceki gün Dışişleri Bakanı’nı Suriye’ye yolladı. Gerçi Beşar Esed, Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nu karşılamaya kendi Dışişleri Bakanını değil, bakan yardımcısını yollayarak daha ilk adımda bu nasihat gezisine gölge düşürdü ama AKP yine de Davutoğlu’nun Şam gezisini bir diplomatik zafer -değilse bile başarı- olarak sunma çabasında. AKP’ye yakın duran medya (yakın durmayan kimler kaldı ki?) Hükümetin Suriye politikasını iki temel gerekçeye dayandırarak olumlamakta.Birinci gerekçe: Suriye Müslüman bir ülke. Ramazan gibi müslümanlarca mübarek sayılan bir ayda Hama ve Humus kentlerinde Suriye ordusunun kendi yurttaşlarını katletmesine bir Müslüman ağırlıklı bir ülke olarak Türkiye seyirci kalamaz.. Bak sen? Sudan da Müslüman bir ülke. Onun tepesindeki diktatör Ömer El-Beşir de kendi yurttaşlarının üstüne ordusunu saldı ve cankırımı (=katliam) düzeyinde cinayetleri yüzünden “Dünyanın en kanlı diktatörü” olarak ünlendi. Bu kara ünlü diktatörü AKP Hükümetinin Ankara’da mübalağalı törenlerle karşıladığı, saygın bir konuk olarak ağırladığı ise hâlâ belleklerimizde. Yani AKP hükümetinin Suriye’ye bu yakın ilgisini din kardeşliğine bağlamak ucuz bir gerekçe ve zaten baştan aşağı palavra... İkinci gerekçe: Beşar Esad’ın Türkiye’ye iltica eden Suriye yurttaşlarını bahane ederek ve ülkeden kaçışları önlemek için ordusunu Türkiye’nin üstüne salabilir. Gülelim mi, sövelim mi? 17,5 milyonluk Suriye’nin, Sovyetler Birliği teknolojisi ile silahlanmış ve Sovyetler dağıldıktan sonra iyiden iyiye köhnemiş askeri donanımları ile Türkiyle ile bir savaşı göze alacağını iddia etmek, bunu gerekçe olarak saymak olsa olsa bizi salak yerine koymaktır. Hatırlayın, Öcalan’ın Suriye’den sınırdışı edilmesi için askeri bir hareket değil, bir generalin Suriye sınırında yükses sesle konuşması bile Beşar Esed yönetiminin palamarları çözmesine yetmişti. * * * Peki ne? Görünen o ki, ABD, Ortadoğu gibi dünya petrol üretiminin candamarı olan bir bölgeyi yeniden düzenlerken alev alev yanmakta olan Suriye fırınındaki kestaneleri kendi değil, Türkiye’nin çıkarmasını istemekte. Hillary Clinton’un bir kaç hafta önceki ani Ankara ziyareti, CIA’nın yeni başkanı general Petraeus’un ayağının tozu ile Ankara’da belirivermesi ilk ipuçlarıydı. Bugünlerde ise Davutoğlu Şam gezisinden önce ve sonra ABD Dışişleri Bakanı Clinton ile telefonla görüştü. Ardından Başbakan Erdoğan Başkan Obama ile uzuuuuuun bir telefon görüşmesi yaptı. Nitekim Beyaz Saray sözcüsü Victoria Nuland “Suriye konusunda Türkiye ile koordineli çalışıyoruz. Suriye’ye verilecek mesajlar için de bu koordinasyon işliyor” dedi. Bu diplomatik cümlenin altında yatanı kavramak için ne büyük bir zeka, ne zengin bir deneyim gerekir. * * * Peki dışpolitika uzmanı filan olmayan bu gazetecinin böylesine ayrıntılı bir analiz denemesi nedendir? Valla dış politika uzmanı elbette değilim ama burnum savaşa hazırlanan ya da savaşa itilen bir Türkiye’yi iyi ve epey önceden koklar. Batı basınının sayfalarında kısa bir tur atın. Aynı kan kokularını siz de alacaksınız. Daha dün İngiliz Times “Suriye’de Beşer Esed yönetimini ancak Türkiye durdurabilir. Belki de askeri bir operasyon ile...” diye yazdı. Ortadoğu’da Osmanlı İmparatorluğu gibi dediği dedik bir güç olma düşleri kuran AKP elebaşıları Türkiye’yi Suriye ile bir savaşa sürükleyebilir. Ben testi kırılmadan yazayım dedim.