Sanırım perde Ege’de, ulusalcı tosunların Baskın (Oran) eniştemi konuşturmamak için kolları sıvamalarıyla açıldı. Adeta filmin fragmanıydı. Sonra esas film başladı. Kayseri, Zonguldak, İzmit, Denizli’de milliyetçi tosunlar akil insanları konuşturmamak için kolları sıvadılar. Kimilerinde başardılar, kimilerinde tad kaçırdılar, kimilerinde sadece bağırıp çağırmakla yetinmek zorunda kaldılar. Ancak film besbelli ki devam edecek…
Aslında çok da dert etmiyorum. Bu ayıp eylemlerin yürümekte olanı olumsuz etkileyeceğini filan sanmıyorum.
Akil insanların yapıp edecekleri zaten pek sınırlı. Ne süreci, ne sonucu onlar belirleyecek. Ama olsa olsa itirazı olan, kafalarında soru işaretleri olan yurttaşların bazılarının kafalarındaki soruları cevaplayabilirler, itirazlarını gözden geçirmelerini sağlayabilirler. O kadar. Ancak barışa giden yolun bıçak sırtında yürüdüğü bu günlerde bu kadarcık katkıyı bile önemsemek gerek. Onlardan ulusalcılık (=milliyetçilik) denen bataklıkta debelenenleri ikna etmelerini zaten bekleyen yok. Çünkü bu tosunların ikna olmaları zaten mümkün değil. Gençleri ezberleriyle, yaşlıları ezberlenmiş kalıplarıyla Kürt sorununun barışçıl çözümüne giden yolu tıkamaya yeminliler.
Bu tosunlar akil insan heyetlerini halkla temas ettirmemeye, ettiklerinde ortalığı kördöğüşüne çevirmeye kararlılar. Bu onlar için heyecan verici bir ulusal(cı) spora dönüştü. Riski hemen hemen yok. Barış sürecindeyiz diye İçişleri Bakanlığı polisten biber gazı ve cop kullanmamalarını istemiş. Dolayısıyla akil insanlarheyetini susturmak için hertürlü nümayişin önü açık. (Geçerken değinelim: Bakanlık isabet etmiş. Ulusalcıların da demokratik direniş hakları var ve buna polis zorbalığı ile engel olmak demokrasiye sığmaz).
* * *
Önce gazetelerdeki fotoğraflardan, ardından TV ve görüntülü servis sunan ajans kaynaklarından ulusalcı tosunların marifetlerine baktım.
Sizler de baktıysanız belki öfkelendiniz, belki alkış tuttunuz.
Benim içim acıdı.
Genç olanları beni pek etkilemedi. Ergenlik sivilcelerinden yeni kurtulmuş “Emperyalizm, Türklük, Türkçülük, ulusalcılık, yurtseverlik” gibi kavramları çorba etmiş ve papağan gibi yineleyen bu delikanlı ve genç kadınların er ya da geç milliyetçiliğin utancı, antiemperyalist mücadelenin anlamı üstüne bir bilinç sıçramasına uğrayacaklarına ve geriye bakıp “Amma da utanç verici işler yapmışım haaa” diye kendiyle hesaplaşacağına inanıyorum.O yoldan ve bilincin o bulanık eşiklerinden çok kişi (biri de bendim elbet) geçti. O genç erkek ve kadınlardan da umudu kesmek için çok erken.
Ancaaaak…
Ancak özellikle ajans görüntülerinde seçilen, devrimci mücadele kıdemleri 68 ve 78 kuşağına dayanan epey erkek ve kadın gördüm.
Kimileri ile mapus yatmış, ranza paylaşmış, volta atmışım. Kimileriyle bir mitingde, bir yürüyüşte yanyana durmuşum…
Tanıyorum onları. İster Sovyetler Birliği çizgisini, ister Mao çizgisini, ister Enver Hoca, ister Castro çizgisini savunmuş olsunlar bir yerlerde yolumuz kesişmişti. İyi tanıyorum. Kendilerini “Marksist – Leninist” olarak tanımlamışlardı. Bir Marksist-Leninist’in asla ve asla milliyetçi (=ulusalcı) olamayacağı bilgisi okudukları dergilerde, kitaplarda defalarca ve defalarca yinelenmişti.
Şimdi onlar safkan milliyetçi. Ulusalcılığın bal gibi milliyetçilik anlamına geldiğini biliyorlar ve kendilerini ulusalcı olarak tanımlıyorlar. Dahası siyasal olay ve olgulara bir milliyetçinin (hatta yer yer bir ırkçının) algı ve tepkileri ile bakıyor ve ona uygun davranıyorlar.
İçimi acıtan da bu…
60’lı ve 70’li yılların “Marksist- Leninist”lerini bugün milliyetcilik batağında görmek, gözlemek kimin içini acıtmaz ki …