Yıllar önce sade haberci olarak çalıştığım gazetede Heybeliada Ruhban Okulu üstüne bir haber yaptım...
Yıllar önce sade haberci olarak çalıştığım gazetede, Heybeliada Ruhban Okulu üstüne bir haber yaptım. Haber meslek dilinde “taşra baskısı” dediğimiz ilk kalıplarda basıldı. Ama şehir kalıplarının baskı saati geldiğinde (yani gecenin ileri saatlerinde) yayın yönetmeni beni aradı, tartışmaya açık kapı bırakmayan bir kesinlik ve otoriteyle konuştu:- Yarın sabah gerginlik çıkarmaman için, mecbur olmadığım halde akşamdan haber veriyorum.Haberini sayfadan çıkarttım...Ne diyebilirdim ki? O amir, ben memur; o üst, ben ast. Yine de cevapsız bırakmadım, sordum:- Ama hiç olmazsa gerekçesini söylersin sanırım...Sektirmeden cevapladı:- Batı Trakya’daki Müslümanların sorunları çözülmeden bu gazetede Rumların lehine tek satır çıkmaz...Vay be !Gazete değil devlet. Ölçü habercilik mesleğinin temel ilkeleri değil, Dışişleri Bakanlığı'nın o dönemdeki temel çizgileri...Sustum. Haber de çöpe gitti.* * *Başbakan da önceki gün aynı konuya eğildi ve ufak tefek farkları bir yana bırakırsak benim eski “yayın yönetmen”im gibi konuştu.Önce onun sözlerini okuyalım:“Ruhban Okulu konusu çok boyutlu bir süreci gerektiriyor. Gerek yasal mevzuatımız, gerek eğitim sistemimiz noktasında konunun enine boyuna incelenmesi gerekiyor... Tabii burada Batı Trakya’daki Türk azınlığımızın Yunanistan hükümetinden talepleri de göz önünde bulundurulmalıdır. Yunan Hükümeti de aynı zamanda bu konulara eğilmeli ve din adamlarının sorunlarına, liderlik, işsizlik ve azınlık dernekleriyle ilgili sorunlara çözüm getirmelidir.”İlk bakışta haklı gibi görünen bir gerekçe değil mi?Ama benim gibi mesleğe başladığınızdan bu yana (39 yıl) aynı nakaratı dinlediyseniz yargınız çoook farklı olur. “Tamam” dersiniz, “Demek bu yıl da hem Rumların kangren olmuş Ruhban Okulu sorunu, hem Batı Trakya Türklerinin kangren olmuş ‘azınlık’ sorunlarının çözümü bir başka bahara kalacak ve bu gidişle o bahar hiç gelmeyecek...”Geçmiş - bir dizi tatsız - deneylerimden biliyorum. Yunanlılar arasında yaygın olan milliyetçilik Türkiye’deki milliyetçilikten hiç geri kalmaz, hatta kimi kez ondan da azgınlaşır. Keza Yunanistan’ı Türklerden (Müslümanlardan) arındırma politikası ile Türkiye’yi Rumlardan (gayrimüslimlerden) arındırma politikası aynı sinsilikte yarışırlar ve bu yarışın kazananı yok. Bu gidişle olmaz da...* * *Gelin bir de tersten düşünelim.Türkiye önkoşul öne sürmeksizin, Batı Trakya Türklerinin haklarını öne sürmek gibi “mütekabiliyet” (= karşılıklılık) manevralarına boşvererek Ruhban Okulu’nun açılıp ortodoks din adamı yetiştirme işlevine ve Fener Rum Patrikhanesi'nin dünyadaki bütün ortodoks Hristiyanların temsilcisi olmasına yeşil ışık yaksa...Ne olur? Hayır, özellikle Rus Ortodoks kilisesinin merkez olma iddiaları suya düşer; Cibali’den Balat’a kadar bütün Haliç şeridinde bir tür “haç turizmi” patlaması yaşanır; Türkiye’nin turizm gelirleri ikiye katlanır gibi “işadamı” mantığından filan söz etmiyorum...Uluslararası diplomasi alanında Türkiye’nin elde edeceği itibar patlamasından söz ediyorum.AB’de, ABD’de, bütün batı dünyasında Türkiye’yi köşeye sıkıştırmak isteyenlerin dillerine sakız ettikleri Ruhban Okulu kozu ellerinde patlar.Türkiye bütün uluslararası toplantılarda, forumlarda, tartışmalarda Yunanistan’ın Batı Trakya Türkleri - Müslümanları üstünde uyguladığı baskıyı göğsünü gere gere sergiler ve kimse gıkını çıkaramaz. Yunan milliyetçiliğinin söyleyebileceği iki çift laf kalmaz...Bu arada Ruhban Okulu, Fener Patrikhanesi sorununa esir düşmüş, kendi yönetimlerini seçemeyen, kendi dillerini konuşmakta, anadillerinde eğitim görmekte kısıtlamalarla boğuşan Batı Trakya Türkleri de o günü bayram günü ilan ederler...Bu kadar...* * *Not: Sanırım bu yazıya gelecek okur yorumları epey ilginç olacak. Bakalım. Görüp okuyacağız....