Bugün T24 altı yaşında. Yaş günleri kutlanır. Ama dün yazsaydım yapay bir yazı olacaktı. “Yarın yaş günümüz, o günün sevincini yazayım” deseydim, henüz yaşamadığımız bir günün sevincini yaşar gibi yapıp bir yazı döktürecektim.
I-ıh bu “benim tarzım” değil.
Güne sevinçle başladım. Altı sanal mumu üfledim ve “Nice yıllara T24, nice yıllara ey benim göz ağrım” dedim.
Bir çok gazetenin ipini çekmiş. Kiminden kovulmuş, kiminden ayrılmış; kiminde mutlu, kiminde mutsuz olmuş kıdemli bir gazeteciyim.
T24 yaşlılık günlerime denk geldi. Doğan Akın “Var mısın abi” dediğinde gençleşip delikanlı oldum. Önce Tempo 24’dük. Boşverin. O T24’e hazırlık, iyi bilmediğimiz bir medya ortamında kaçınılmaz acemiliklerimizi üstümüzden atma deneyiydi.
Acemiliğimizi attık ve altı yıl önce T24’ü kurduk.
O günkü ilk yazımı ben bugün de neredeyse ezbere tekrarlayabilirim. Başlığına “Vira Demir” demiştim ve şöyle bitirmiştim:
“…Bugün 1 Eylül. Dünya Barış Günü.
Barış’a çok yakın ve çok uzak bir ülkede; barışın değil şiddetin ve zorbalığın sesinin gür çıktığı bir dünyada T24 zor denizlere yelken açıyor...
Haydi bakalım: Vira demir !..
Rastgele !..”
Altı yıldır haber ve yorum okyanusunun hırçın dalgalarına karşı yelken bastık. Para kıtlığından T24 gemisinin su aldığı oldu, battı batacak dedirtecek badireler atlattığı oldu. Ama batmadı. Suyun üstünde kaldık ve yelkenlerimizi bağımsız gazeteciliğin rüzgarıyla şişirdik. Pupa yelken yol aldık…
Haydi bu kadar yetsin. Öğünmek hakkımız ama yine bizi biz değil okurlar övsün.
Bize de sevinci kalsın…