Birkaç gün önce Doğan Akın’la uzun uzun T24 konuştuk...
Birkaç gün önce Doğan Akın’la uzun uzun T24 konuştuk. (Bu cümle yanlış oldu. Düzeltiyorum: Biz Doğan Akın’la durmadan T24 konuşuruz. Hatta bazan T24’süz bir sohbet kaynatmak isteriz ve beceremeyiz. T24 bir yerlerden sohbete sızar ve sohbetin içine eder...) Şimdi ilk cümleye dönebilirim: Birkaç gün önce Doğan Akın’la uzun uzun T24 konuştuk... Akşam oldu, eve dönüyorum. İstanbul’un çıldırtıcı trafiğinde tampon tampona giderken aklıma bir soru takıldı: Bu Doğan Akın’la benim mutabık kalmadığım, anlaşmadığım, anlaşamadığım, aynı yönde akıl yürütüp öneri üretmediğim herhangi bir konu var mı? Var: Medya! Yazılı ya da görsel fark etmiyor. Doğan Akın medya ahlakına, medya ilkelerine, medya geleneklerine aykırı gördüğü, kusurlarla sakatlanmış her habere, haber değerlendirmeye, analize, yoruma ifrit olur. Klavyeye yumulup teşhir etmek, eleştirmek, kınamak, haddini bildirmek için avuçları kaşınır. Ben frene basmasam oturur yazar da... Ben de ifrit olurum. Ama meslek içi karşılıklı atışmaların, kınamaların, teşhir etmelerin okura, seyirciye haksızlık olduğunu düşünürüm. Biz meslek gereği hemen her gazeteyi neredeyse resmi ilanlarına kadar okuruz; okumak zorundayız. TV’lerin tartışma ve haber programlarını da öyle... Peki okur ya da seyirci ? Çoğu tek gazete alır, bütün TV’leri izlemek gibi bir zorunluk da duymaz. E bu böyleyken, hiç okumadığı bir gazete yazısının eleştirisini ona okutmak, seyretmediği bir TV programı üstüne yorumlar yazmak neden? “O onu dedi, bu bunu yazdı, şu şunu şöyle gösterdi”lerden okura, seyirciye ne? Böyle düşünüyorum; uzun meslek yaşamımda da becerebildiğim kadarıyla bu ilkeye uydum, uyuyorum. Hayır, doğru düşündüğümden, doğru bir ilke bellediğimden emin değilim. Ama bugüne kadar böyle geldim ve bugüne kadar Doğan Akın’la bu konuda tam uyuşamadık. Üstelik buraya kadar yazdıklarıma bakınca kendimle çelişir gibiyim. Öyle ya Doğan Akın’la benim tartışmalarımdan okura ne; niye bu uzun girişi onlara okuttum ki?.. Böyle sorduysanız haklısınız. Ama ben de haklıyım ey okur! Bu uzun girişi içimde büyüyen sıkıntıyı hafifletmek, öfkeyi bastırmak için yazdım. Çünkü bugün medyaya, yazıişleri masalarındaki, haber merkezlerindeki meslektaşlara yüklenmek, onları kınamak istiyorum. * * * Önceki gün Hrant’ın Arkadaşları bir basın toplantısı düzenlediler. Dink cinayetinin ardından yükselen toplumsal tepki yüzünden açıklama yapmak zorunda kalan Başbakan'ın ekranlara çıkıp, gazete manşetlerine çöküp, “Cinayeti aydınlatmak için elimizden geleni yaptık. 32 saatte bu işin failini yakalamış bir hükümetiz biz. Ondan sonrası yargıya ait bir süreçtir. Bu süreç içerisinde yargıdan yürütmeye ne intikal etmişse veya yürütmeden ne istenmişse yürütme bunların hepsini yerine getirmiştir. Bundan sonra böyle bir şey olacak olursa yine yerine getirmeye devam eder'' sözlerinin nasıl içi boş bir iddia olduğunu tek tek, madde madde, somut kanıtlarla, yer, ad ve olay belirterek sergilediler. “Hayır elinizden geleni yapmadınız sayın Başbakan” dediler. Öyle bilinen sözleri yineleyen sıradan bir basın açıklaması değil, emek ürünü bir çalışma sonucu ortaya çıkmış bir “gerçekler sergilemesi” idi. Basın toplantısını kalabalık bir haberci ve kamera ordusu izledi. Yani bu haber gazetelerin yazıişleri masalarına, televizyonların haber merkezlerine ulaştı. Sonra n’oldu peki? Kocaman bir “Tıssss” oldu. Gerçek, suskunluk duvarına çarptı... Gözümden kaçan varsa bağışlasınlar, Başbakan'ın sözlerini nal gibi harflerle sayfalarına yerleştirenler, ana haber bültenlerinde ilk haberler arasına koyanlar gerçekleri okurlarına, seyircilerine iletme sorumluluklarını yasak savma ihtiyacı bile duymadan yok saydılar... Yazıişleri masalarında iskemlesi olan, haber merkezinde sözü geçen bir babayiğit meslektaş çıkıp “O dediğin öyle değil Aydın Engin. O haberi görmedik çünküüüüü... O haberi çok çok küçük verdik çünküüüüü... O basın toplantısının haber değeri yoktu çünküüüüüü” diyecek mi acaba? Hodri meydan!.. * * * Yarınki Tırmık: Başbakan dün, önceki günkü Tırmık’ı okumuş da cevaplıyor gibi konuştu: - Muhafazakar, demokrat, dindar bir nesil yetiştirmek istiyoruz... Bunu söyleyen bir siyasi partinin, devletin dizginlerini elinde tutan bir siyasi partinin başkanı. Peki. Yarına!..