Bu babamın lafıydı.
Bu babamın lafıydı. Fukara taşra terzisi, derin bir hikmet söylercesine girerdi söze, keyifli bir gülücükle noktalardı: - Yerden göğe küp dizseler... En alttakini çekseler... Seyreyle sen gümbürtüyü!.. Çocukcağız da hep o keyifli gümbürtüyü bekledi. Bir gün, çok eskilerde kalmış bir gün, arnavutkaldırımı döşenmiş bozuk yoldan dörtnala geçen at arabasının evin içine dolan gümbürtüsü ile çocuk gözlerini kocaman kocaman açıp babasına koşmuş ve sormuştu: - Çektiler mi baba, en alttakini çektiler mi? Baba laf bulamamıştı. Ama babaların her şeyi bilmesi gerek. O yüzden bilgiç bilgiç yanıtlamıştı: - Daha değil oğlum, daha değil. Her şeyin bir zamanı var!.. Ödemişli Terzi Sadık meğer bu günleri kastedermiş. Küpleri epeydir diziyorlardı. Çok uzun süredir... Hele 12 Eylül ve sonrasında "küp dizme" işi iyiden iyiye hızlanmış, "küp diziciler" mesleği bile oluşmuştu. Küpler gerçekten yerden göğe varmıştı. İçleri kan, ceset, mermi, uyuşturucu, dolar, rant vurgunu, arsa tapusu, yeşil pasaport, haraç, örtülü ödenek mangırı, silah ruhsatı, camları karartılmış Mercedes otomobil, yetenekle kültürle ve bilgi birikimiyle ters orantılı siyasal ihtiras, batık banka kasalarından arta kalan dolgun hesap cüzdanları, tahsil edilmiş senet ve çekler, tahsil edilecek senet ve çekler, "Ya sev, ya terk et" yazılı reçeteler, Kürt nüfusun artmasına karşı radikal önlemler içeren siyasal ve etnografik planlar, tüyü bitmemiş yetim hakkı, gözaltında yitirilmiş yurttaş acısı, annelerinin gözyaşı, asit kuyuları, darbe planları, darbe ortamı yaratmakla görevli it uğursuz takımı ile dolu küpler... Yerden göğe küp dizilmişti... Sonra bir gün Ümraniye’de bir evde el bombaları bulundu. Bulanlar en alttaki küpü çektiklerinin henüz farkında değillerdi. Ama gümbürtü başladı. Çocuk, çocukluğundan beri beklediği gümbürtüyü nihayet duydu. Yere çarpan her küp kırılıyor. Kırılan küpün içindekiler ortalığa saçılıyor. Küpler pislik dolu, kan dolu. Tüm ülke “tepedeki” kurumların ne kadar kirlendiğini dehşetle gözlüyor. Üstelik küp çok. Küpler yerden göğe dek uzanıyor. Düşüp, yere çarpıp parçalananlar alttakiler henüz. Gökten daha çok küp yağacak besbelli. Yere çarpan kırılacak. Kırıldıkça içlerindeki ortalığa saçılacak... Gümbürtü daha yeni başladı. Duyulan ilk düşen, yere en yakın olan küplerin sesleri henüz. Yukarıda daha çok, pek çok, çok çok küp var. Ah işte, panik içinde koşuşturanlar var. Derme çatma iskeleler kuruyorlar. Henüz yere çarpmamış ama yerinden kımıldamış küpleri kırılmadan tutmak, içlerindekilerin ortalığa saçılmasını önlemek isteyenler koşuşturuyor. Mümkün mü? Mümkün, evet! Doğanın yerçekimi yasası ile toplumsal yerçekimi yasası farklı. Henüz yere çarpıp kırılmamış küpleri durdurmak, toplumsal yerçekimini etkilemek, etkisini saptırmak isteyen uğursuzların umudu tükenmedi henüz. Çocuğu korkutan da bu zaten. Bunca yıl bekledikten sonra bu kadarcık gümbürtüyle yetinilmez ki... Baba ne demişti: Yerden göğe küp dizseler, en alttakini çekseler, seyreyle sen gümbürtüyü! Babalar her şeyi bilir. Çocuk(lar) babalarını haksız çıkarmamak için, babalarına layık çocuk(lar) olmak için kolları sıvadı(lar). Bildiriler yayınladılar: “Ergenekon karartılmasın, derinleştirilsin” dediler. Sonra eklediler: “Takipçisi olacağız.” Çocukların ortak adı: Yurttaş. Ortak özellikleri namuslu olmak, yurdunu sevmek, demokrasiyi amasız, fakatsız savunmak. Hepsi bu Bakalım göğe kadar dizilmiş bütün küpler düşürülebilecek mi? Hangi çocuk böylesi bir gümbürtü şenliğinden vazgeçer ki?