Sizi bilmem ama ben bu konuda yazmaktan bıktım, usandım ama ne çare...
Sizi bilmem ama ben bu konuda yazmaktan bıktım, usandım ama ne çare Başbakan Erdoğan yarayı kaşıdıkça kaşıyor; Kılıçdaroğlu bir şeyler söylüyor da söylemiyor ya da söyleyemiyor; bana da oturup aynı konuya bir daha eğilmek, sabrınız varsa size de okumak kalıyor. Buyrun... * * * AKP ve CHP grup başkanvekilleri iki gün kadar çalışıp bir metin hazırladılar. Adına “Mutabakat metni” dediler. Hepimiz okuduk. Cümle cümle ele alıp, kimi cümlelerle dalga geçmek, kimi cümlelerin ne anlama geldiğini ya da gelebileceğini sorgulamak mümkün. Ama benim kadar sizler de bunu yapabilirsiniz ve sanırım yaptınız da... Tersi zaten söylenemeyecek, söylenirse demokrasi ayıbı olacak cümlelerle dalga geçme işini herkes kendi yapsın. Mesela “...Sonuç olarak, Meclis'in açılışından bugüne kadar yasama faaliyetlerine katılmamış olan milletvekillerinin yemin ederek, Meclis çalışmalarına iştirak etmelerini ve katkı sağlamalarını arzu ediyoruz” cümlesi gibi. Ne yani, bir de “arzu etmiyoruz” mu diyeceklerdi? Geçelim... Geçelim ve biz, sol kulağı, sağ eli kafanın üstünden dolandırarak göstermeye benzeyen ama yine de iyi kötü bir anlam ve zorlanarak da olsa önem taşıyan cümlelerde kalalım. Mesela “...tüm siyasi partilerin ve milletvekillerinin milletimizin kendilerine verdiği bu onurlu görevi, yerine getirmeleri için Türkiye Millet Meclisi'nde olmaları gerektiğine inanıyoruz” cümlesinde... Kılıçdaroğlu bu cümleyi bir garanti, tutulması gereken bir söz ve kendi partisinin mutabakat metnine koydurmayı başardığı bir zafer olarak yorumluyor ve öyle algılamamızı istiyor. Başbakan içinse bu hiç bir önem taşımayan bir “malumu ilam”dan ibaret. Tabii bu kadar dolaylı, bu kadar dolambaçlı bir anlatım yerine “Seçilmiş ama tutuklu milletvekillerinin Mecliste yerlerini almaları gerektiğine inanıyoruz” denseydi çok daha dürüst, çok daha savunulur bir cümle olurdu. Ama bu kadarında anlaşabilmişler. Burada Kılıçdaroğlu’nu eleştirmek yerine AKP ve onun “hır çıkarma uzmanı” liderine dönüp “Madem böyle inanıyorsunuz, öyleyse inandığınızın gereğini yerine getirin” dememiz ve tutuklu milletvekilleri ile ilgili yasalarda mı, Anayasa’da mı ne değişiklik yapılacaksa, bir an önce bu değişiklik önerisinin Meclis gündeminde taşınması için bastırmalıyız. Keza “Anayasa dahil tüm mevzuatın ..... özgürlükleri genişletici bir anlayışla yorumlanması ve uygulanması gerektiğine inanıyoruz” cümlesi... Anayasa dahil tüm mevzuatın özgürlükleri genişletici bir anlayışla düzenlenmesi için kolları sıvamak ve yargı erkinin de bu yleni düzenlemeyi mecburen uygulamasını beklemek varken topu yargıya atmanın, onlara öğüt-uyarı arası bir cümle ile “Şu yasaları daha özgürlükçü bir anlayışla ele alın” demenin anlamı ne? Eğer düğümün çözümü yargı erkine kaldıysa bu Başbakan için “Valla biz yasaları özgürlükçü uygulayın dedik ama uygulamıyorlar. N’apalım, yargı bağımsızdır. Biz karışamayız” mazeretinin arkasına saklanma fırsatıdır; Kılıçdaroğlu içinse dün aslanlar gibi savunduğu köhnemiş, gırtlağa kadar siyasete bulanmış yargı erkinden bu gün şikayet ederek mızmızlanma fırsatı... * * * Siz bu satırları okurken BDP’liler “devlet” adamı Cemil Çiçek ile buluşup bir mutabakat arayacaklar. Umalım ve dileyelim onlar böyle kaypak, böyle belirsiz, böyle isteyenin istediği anlamlar yükleyebileceği bir metinle karşımıza çıkmazlar; hiç olmazsa tutuklu milletvekillerinin meclis dışı kalma ayıbını ortadan kaldıracak bir mutabakata varırlar. Umalım ve dileyelim...