Anlaşılan Boğaziçi Üniversitesi'ne AKP Reisi'nin "kayyım rektör" atamasıyla patlak veren "akademik kriz"i Boğaziçi Üniversitesi'nin öğrencileri ve öğretmenleri çözecek.
Nasıl bir çözüm?
Bilemem. Dışarıdan akıl verenlere de kulak asmamak gerek.
Rektör koltuğuna oturan Melih Bulu ayağının tozuyla yaptığı açıklamada ağzından bal akıtıyor, "Ben Boğaziçi'nde insanların beni tanıdıkça uzlaşma zeminine oturacağını düşünüyorum" diyor.
Valla biraz zor.
Eğer Melih Bulu sahiden Boğaziçi Üniversitesi'nin öğrenci ve öğretmenleri ile bir uyum tutturursa başı AKP Reisi ile belaya girer. Reis "Biz seni oraya onların suyuna git diye mi yolladık Eyyyy Bulu" diye kükrer.
Yok Reis'in suyuna giderse bu kez Boğaziçi'nin öğrenci ve öğretmenleri…
Neyse…
Dedim a sorunu Boğaziçi'nin öğrenci ve öğretmenleri çözecek ve biliyoruz ki çözebilecek yeti ve donanımdalar.
Melih Bulu'nun siyasal geçmişi epey ilginç. CHP'de başlamış, SHP, Liberal Demokrat Parti duraklarına uğrayıp AKP'de karar kılmış ve orada demir atmış. AKP Sarıyer İlçesi kurucu üyeliğinden belediye ve milletvekili aday adaylığına kadar parti içinde yükselebileceği bütün yolları denemiş.
Ama olmamış.
Siyasal ikbal kapılarını açamayınca akademi dünyasında yoğunlaşmış ve "rektörlük mesleği"nde karar kılmış. Başarmış da. Şehir Üniversitesi'nde bölüm başkanı olmuş. Orada fazla durmamış, İstinye Üniversitesi'nin (evet, böyle bir üniversite var) kurucu rektörü olmuş. Oradan Haliç Üniversitesi'ne, tabii yine rektör olarak geçmiş ve en son Boğaziçi Üniversitesi rektörlüğü ile "rektörlük mesleği"ndeki kariyerini taçlandırmış.
Sorun besbelli ki Melih Bulu'dan ve onun rektör olarak seçilmesindeki hoyrat yöntemden ibaret değil.
AKP salt siyaset dünyasında değil, eğitimde, hele hele akademi dünyasında da siyasal İslam'ın değerlerini (değerlerini?) egemen kılacak operasyonlar için düğmeye basmış gibi.
Yüksek öğrenim kurumlarında yarattığı 18 yıllık derin hasarla yetinmiyor. Yeni adımlarla hasarı derinleştirmeye hazırlanıyor.
"Hasar" sözcüğü rastgele kullanılmadı. Bugün Türkiye'de 209 üniversite var. 131'i devlet üniversitesi, 78'i de vakıf üniversitesi. Bunların büyük çoğunluğu akademi kavramında içselleşmiş bilim yuvaları olmaktan çok uzak. İki elin parmaklarını geçmeyecek sayıda üniversiteyi bir yana bırakırsak adı üniversite, kendi "yüksek lise" bile sayılamayacak "okullar"lar gerçeği ile karşı karşıyayız.
Uzun bilimsel araştırmalara gerek yok. "Eleman aranıyor" ilanlarını taramak yeterli. Mesleki ve bilimsel birikimi yüksek eleman arayanlar ilanlarında mutlaka Bilkent, ODTÜ, Boğaziçi, İTÜ, İstanbul Üniversitesi gibi üniversitelerden mezun olma koşulunu ekliyorlar.
"Merdiven altı üniversite" deyimi artık günlük dile girdi bile. Profesör rütbesi kuşanmış bir takım adamların din, iman üstüne ayıp ötesi açıklamaları sosyal medyada kol geziyor. AKP medyasında yer alan televizyon kanallarındaki tartışma programlarında konuşan akademik ünvanlı zatların söyledikleri mizah sınırı da, kara mizah sınırını da aştı; zırva sözcüğünün bile yetersiz kaldığı bir düzeye ulaştı. İşsizlik istatistiklerinde "Üniversite mezunları arasında işsizlik oranı rekor düzeyde" gibi haberler artık tek sütunluk haber değeri taşıyor.
Sorunun adını koyalım: Yüksek öğrenim kurumları Türkiye'nin kanayan yaralarından biri oldu ve bu ülkenin geleceği üstüne ancak karanlık ve yürek yakan öngörülere yol açıyor.
Boğaziçi Üniversitesi'ne "kayyım rektör" atanması bu açıdan tartışmalara ebelik etse "hayırlara vesile" olacak.