Başlık "savrulmaların partisi" de olabilirdi. Bir sağa, bir sol savrulma anlamında. Ama "Zik-Zak'ların partisi"nde karar kıldım. Çünkü CHP yumuşak savrulmalarla değil, sert zik ve sert zak'larla, bir oraya, bir buraya yelken açan bir parti.
Peki bu niye böyle?
Örneğin başındakilerin partiye ve kendilerine doğru dürüst bir rota çizemedikleri, sağsa sağda, solsa solda demir atıp belirledikleri ve benimsedikleri ilkelere bağlı kalamadıkları için mi?
Bence hayır.
Sorunun yöneticilerle, merkez kadroları ile açıklanır bir cevabı yok. En azından böyle bir cevap gerçeğin çok küçük bir dilimine cevap olur.
Soruya "Sosyal demokrasinin bugün içine düştüğü ya da zaman içinde evrilip, köklerinden neredeyse tümüyle uzaklaşıp bugün ulaştığı ideolojik ve programatik çizgi yüzünden " cevabı verilebilir. Kuşkusuz bu cevap doğru bir cevaptır; ama bu doğru cevap Avrupa sosyal demokrat partileri için geçerli olur. Türkiye'ye gelip bu cevabı CHP için vermek, CHP'yi sahici bir sosyal demokrat parti olarak kabul etmektir ki bu ciddi bir yanılgı demektir.
CHP benim parmak hesabıma göre tam 53 yıldır "bir devlet partisi"nden sosyal demokrat bir partiye dönüş sancıları içinde yaşıyor ve sancılar bugün de sürüyor. Hâlâ ve henüz bu dönüşümün üstesinden gelebilmiş, hedefe ulaşabilmiş değil.
Yazının başında CHP bir "zik-zak'lar partisi" olarak nitelenmişti. Bu zik-zak'larda 53 yıldır dönüşememiş; sosyal demokrasinin hiç olmazsa bugünkü köklerinden çok uzaklaşmış çizgisini bile benimseyememiş bir parti oluşu belirleyici etken olsa gerek.
Ama sorun salt bir ideolojik ve programatik çizgideki yalpalamalardan ibaret de değil.
CHP'nin üye ve seçmen tabanı da bu zik-zak'lara yol açan önemli bir etken.
CHP tabanında (da) Türk milliyetçiliğine sımsıkı sarılmış bir kesim var. Laikliği çağdaş demokrasinin bir olmazsa olmazı olarak değil, Atatürk'den kalmış bir kutsal miras, adeta bir din olarak kavramış ve bunu inançlılara karşı bir silah gibi kullanmayı huy bellemiş bir kesimden söz ediyorum.
2007 Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde düzenlenen kitlesel mitingleri hatırlayın. O mitinglerde bir üst paragrafta sözünü ettiğim kesimler öndeydiler ve onlar CHP'nin seçmeni ve tabanı olarak kabul ediliyorlardı ve bu kabul pek de yanlış değildi. Bir önceki mitingde "Ne postal, ne takke – Ne şeriat, ne darbe" dediği için Türkan Saylan'ın konuşma metnini elinden çekip alan, kürsüye çıkmasını engelleyenler o mitinglerin elebaşılarıydı.
O kesimler Ankara bayrak mitinginde "ordu göreve" diye açık darbe çağrısı yapan Kemalist kılıflı faşistlerden çok da rahatsız olmadı, onları aralarından, saflarından dışlamaya yönelmedi.
Bu kesimlerin CHP'nin sosyal demokrasiye açılmasına itiraz etmeleri, eşit haklı yurttaşlığı "Kürtlere de mi yani" diyerek reddetmeleri, inançlı yurttaşlarla aynı ülkeyi paylaşmaya razı olmamaları şaşırtıcı değil. CHP'nin son bildirgesindeki hedeflerden birkaçı (bence bir çoğu) onlar için bir felaket haberi, bir karabasandır.
Ancak aynı CHP'nin tabanında, saflarında ve seçmenleri arasında parti tepelerini çoktan aşmış, Kürt sorununun barışçıl çözümünden laisizmin doğru kavranışına, her görüşün özgürce açıklanabilmesinden, örgütlenebilmesine kadar uzanan zengin bir özgürlük bilincine, siyasal kültüre sahip kesimler, özellikle de gençler var.
Üstelik birbirlerinden siyah – beyaz zıtlığında ayrılan bu kesimler arasında kimine daha yakın, kimine daha uzak ara kesimler de var ve onlar da CHP seçmeni, tabanı, yandaşı…
Tabandaki bu zıtlık ölçüsündeki farklılıkların parti tavanına yansıması doğal. Nitekim yansıyor da.
Mesela "Topuklu Efe" diye nam salmış Aydın Büyükşehir Belediye Başkanı'nın Afrin'e gönderilen roketlerin üstüne kendi adını, bununla yetinmeyip Aydın Belediyesi'nin adını kazıtması sahici bir sosyal demokrat için sadece utanç kaynağı olur. Bir sosyal demokratın, hele hele bir de kadınsa ölüm aracı roketleri böylesine kutsaması "uzlaşmaz bir çelişki"dir. Hem sosyal demokrat bir güvercin, hem savaş şahini olunmaz.
İyi de o kadın siyasetçi kınanmadı, tersine son kurultayda divan başkanı yapılarak ödüllendirildi.
Alın size CHP'nin bitmeyen "zik" ya da "zak"larından biri.
Son bildirgeyi kürsüde heyecanla, inanarak okuyan Kılıçdaroğlu bir "zik" habercisi ise, 2016'da Kürt milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasına "Anayasa'ya aykırı ama evet diyeceğiz" diyen, diyebilen Kılıçdaroğlu de bir "zak" habercisiydi.
Muhalefeti yıllardır yetkileri alabildiğine budanmış, etkisi sulanmış bir Meclis'te laf yarıştırmaya indirgemiş bir CHP "zik" ise, Ankara'dan İstanbul'a o anlamlı "Adalet Yürüyüşü"nü gerçekleştiren CHP de bir "zak" değil mi?
CHP'nin zik ve zak'larını sıralamaya kalksak İstanbul telefon rehberi kalınlığında bir kitap olur. İyisi mi siz belleğinizde kalanları sayıp dökün, tamamlamaya çabalayın.
Peki bu kadar sorunlu, bu kadar güven sağlamakta zorlanan bir CHP üstüne bu üçüncü tırmık niye?
Öyle ya ne CHP üyesiyim, ne CHP'ye oy verdim, ne sosyal demokratım.
Ama "CHP'den ne köy olur ne kasaba. Ha CHP, ha AKP" deyip önemli bir cevher yumurtlamış gibi sırıtan zevzekleri umursamadan; CHP üstüne bu kadar durmayı "kuyrukçuluk" olarak niteleyip "devrimi bekleyen" tembellere kulak asmadan siyasal İslamın artık iyiden iyiye dörtnala kalktığı şu günlerde demokrasiden, hukuk devletinden, eşit haklı yurttaşlıktan, parlamenter demokrasiden yana durabilecek bütün (evet: bütün) güçlerle, büyük küçük demeden el ele tutuşmak gerektiğini inatla, ısrarla savunmak gerek.
En küçük bir demokratik gücü israf etmeye hakkımız yok. Tek adam yönetimi zifiri karanlık bir otokrasiye döndü dönecek. Bu bağlamda CHP'yi yok saymak, önemsememek bal gibi AKP iktidarının değirmenine su taşımaktır.
O değirmende siyasal İslam'ın zehirli tohumları öğütülüyor ve işimize, aşımıza katılıyor…