Ağacı ve insanı yanlış budamakla bir ilgisi var yaşıyor olmanın. İnsanın bütün varlığıyla soykırıma uğradığı bir dünyadan söz etmek gerekirse uçan kuşu bile göklerden indirip yere çarpan bu kötü iradenin sahibi yine insan değil mi? Bireyselliğin temelinde düşünen bir nesne olarak bilginin hem öznesi hem de bir nesnesi yani insanın olduğu her yer kalbin de kemiklerin de kırılınca yanlış kaynadığı bir yer. Bu dünya, insanın insanı kıra kıra yürüdüğü kötü bir iddia. Burada, bu kara kapkara kara parçası üstünde sadece bir an için muhteşem olan insanın öyküsüdür kendini sık sık başka biçimlerde tekrar eden. Yeryüzünde her felaketin, savaşların, devrimlerin, soykırımların karşımıza çıkardığı diğer insanları adeta fırlatıp yüzümüze çarptığı yazarların ortaya koyduğu eserlerden biri Harfa yayın etiketi altında Deniz Koç çevirisiyle yayımlanan Yeryüzünde Bir An İçin Muhteşemiz acının atlası olan yeryüzünde anneye mektup gibi bir kitap.
Genç şair Ocean Vuong insanların en yaşlısı bir bilge gibi anlatıyor kendi öyküsüyle pekiştirdiği daha pek çok şeyi. İnsanın gözleri en büyük icattır ki, insanı gördükleri de bir bakıma geliştirir. Buradaki bilgelik elbette acıyı da sevinci de tecrübe etmekle ilgili. Acıyı tada tada onunla ilgili her konuda uzmanlaşmakla ilgili bu tecrübe dedikleri. Böyle bir tecrübe insanı böylesi konularda bilgiler sahibi yapıyordur belki de. Bu konuda çok az bir bilgi bile yeterince his verdiğinde gördüğünü ve duyduğunu kavramakla ilgili bir derinlik algısı geliştiriyor insanda.
Acı; eğilimlerin, gereksinimlerin, istek ve beklentilerin karşılanamayışından doğan sıkıntı duygusudur sadece. Öte yandan doğrudan ilk anda ruhsalda en belirgin duygu tipidir insanın. Kimi zaman bedensel olsa da acının kaynağı daima ruhsallık olmuştur. Çünkü insan ruhu duyumlarla varlık sahasında en baskın yanımızdır. Elbette acı her şeyden önce bilincin berraklığını bozar, etkinlik hükmünü azaltır, dikkati dağıtır böylece bireyin çevresi ile bağını da acıyı duyumsamak ve duyumsatmak üzerinden kurmasını sağlar. Ruhta başlayan ve derinlik kazanan acı elbette melankolinin böylece temel öğesi haline gelir. Kim çocukluğunda öğrenmiyor ki zaten acıyı da tatlıyı da dilinin ucuyla bile tattığı o ilk anda ama kim annesine sadık olduğu kadar sadık kalıyor edindiği bilgilere, tecrübelere? Kim annesinden öğrendikleriyle ve ona söylemek istedikleriyle çizmiyor ki hayat yolunu? Hiç kimse. Fakat Vuong romanında sıradan birine depresyon ve melankoli duygusunun insanı çevresinden koparacağı duygusunu da durumunu da tam tersi bir biçimde kaleme alıyor. Toplumdan kopmuyor, savruluyor onun içinde ve gördüğü, yaşadığı her şeyi söylemek istediği kişiye söylüyor, çoğunlukla irtibat kurarak.
Böylece insan hayatında, insanın asıl hayatını borçlu olduğu "anne"nin varlığının değerini de koyuyor ortaya. Kimi yerlerde bir sesleniş olarak yankılanan "anne" kimi yerlerde zaman zaman bir sayıklama olsa da şair bu biçimleri bir anlatı formatına indirgemiş. Ve zamanın insana bir anlatıcı kudreti bahşetmesinden olabildiğince kusursuz faydalanmış. Böylece her şeye daha duyarlı bir şair çıkarmış karşımıza. Dinlerken de anlatırken de hep derin ve derinliğe meyilli bir insan tipi ve hiçbir şeyin bir anda gelişmediğini de anlatan bir şair. Bir roman olmasına rağmen metnin sahibini bir şair olarak belirtmemin sebebi elbette metindeki şiirsel derinliği ve üslubu değil sadece. Yazmaya şiirle başlamış biri şiirden sonra hangi türde yazarsa yazsın her zaman bir şair olarak anılmalı.
Bugün pek çok genç yazarın/şairin hazır kalıplardan faydalanarak yazdığı hiçbir şiir ya da öykü gibi değil onun metinlerinin içindeki o "şey". Kalbin içinde bir tiz ağrı gibi. Acıyı tatmış, kendisinden bir parça yitirmiş olmanın diline verdiği bir biçimle yazmış Yeryüzünde Bir An İçin Muhteşemiz'i. O eksiklik aslında her şeyi tastamam dile getirmek için yaratılmış bir uzvu olmuş şairin. Kısa süren bir cambazlık ya da cesaret gösterisi gibi değil. Bir insanın küllerinden söz etmek, onu bir kavanoza konulduktan sonra hafızasında diri günlerini sonsuz canlı kılabilmiş bir roman. Yirminci yüzyılın en yıkıcı savaşlarından çıkan bir neslin ruhunda ve yaşamında kapanmaz bir biçimde açılan o yaranın içine bakacaksınız bu genç şairin mektuplar ve otobiyografik öğelere dayanan öyküsünü okurken. Öyküsünü bir arayışla başlatan şair bu arayışı bir seslenişle yükseltiyor ve okuru da bu arayışa ortak ediyor. Aynı kişiyi arayıp bulamamanın okurda da yazardaki ruh halinin bir yansımasını yarattığını ve o yansımanın içinde herkesin kaybettiği ve durmadan konuşmak istediği kişiye dair bireysel duygu alanları yaratmasını sağladığı o özerk alanlarda yer bulmasını da sağlamış bir bakıma. Böylece "daha güçlü" denenin varlığını göstererek "daha güçsüz" denenin varlığını doğrulamayı ve göstermeyi de başarmış.
Güçlüyü ve güçsüzü ifade ederken, yani ötekilerden söz ettiğimiz zaman insanlar sadece kendilerine benzemeyenlerden söz ediyoruz sanırlar. Ötekilerin durduğu, konumlandırıldığı o hedef noktasından kendilerine baktıkları zaman aslında herkesin bir öteki olduğunu ancak kavrayabilirler. Fakat bu yer değişimi bu zalim dengeyi değiştirmez asla. Çünkü arayış denen eylem her şeyin doğru olduğunu gösterir, fakat hakikat her zaman ve her koşulda sadece bir tanedir. Bir şairin üslubu asla dümdüz düşünen ve her şeyi dümdüz ifade edenlerle aynı değildir. Bir şairi şair yapan da bir düzlükten ibaret olmaması değil midir? İlk cümleleri özgürlükle ilgili bu kitap bana da ilk anda çok sevdiğim şu cümleyi tekrar ettirdi: Sana cesaret verdik, özgür ol diye! Bu cesareti insana veren güç elbette zihnindeki kıvılcımları kalbiyle hissetmesini sağlayan kelimeler. Bazen insanı tokatlayan bir el ya da ona çarpınca gövdesini hissettiren aşılmaz bir duvar değildir her zaman kelimeler! Anlatırken de anlamaya çalışırken de bütün etkiyi yaratan ve insanın insana içindekileri gösterebilme gücünü veren kelimeler olmuştur çünkü hep.
Çok genç bir şairin yazdıklarını anlamlandırırken de dünyada bulunduğu süreyi ifade eden "yaş"ına bakıp aldananlar bu yanılgılarını onun bir durumu yahut duygusunu ifade etmede kullandığı kelimelere baksalar belki daha iyi ederler. Çünkü insan neyi nasıl söylediğiyle önemli bir eyleme imza atmıştır her zaman. Bu bazen sessiz bir eylem olsa da… Burada bu kitabı çeviren Deniz Koç'un çevirideki başarısından da söz etmek gerek. Bir metni olduğu gibi çevirmek onun ifadeleri içinde barındırdığı duyguları da çevirmektir. Ve çevirmen çevirdiği her cümlede o duygu aktarımını da hayal kırıklığı yaratmayacak bir biçimde çevirmiş. Bunu gerçekleştirmede bir başka dilden okurun dil ölçeğine çevrilen metnin çevirmenin de özenli kelimeler seçimi çevrilen metnin güncel dil ömrü bakımından da daha uzun bir süre geçerli olacağının da göstergesidir.