Bu yazı başlığını Mabel Matiz'in "Karakol" adlı efsane şarkısından alıyor. Sessizliğimizi ayağa kaldırdığı için kendisine ayrıca teşekkür ederiz. Sadece bu yüzden bile düşman sahibi olabilirim. Olsun. Çünkü zaten nerede çokluk, orada b*kluk. Şuursuz bir kalabalık çok da iyi bir şey değildir. Belki de en can alıcı yeri burasıdır diye. Bu metnin altında şarkıyı tekrar tekrar duyanlar beni anlar. Bu satırlar sadece bir aşk şarkısının nakaratından seçilmiş birkaç cümleden ibaret değil. Duymayanların gözleri gibi yürekleri de körelmiştir zaten. Biraz acı sözler edeceğim, acı insanı dinç tutar buna inancım var benim. Yılın bu ilk günü son gününden çok da farklı olmayacak, galiba biraz da bu yüzden acıya ram olmayı tercih ederim. Ben bir gazeteci ya da muhabir değilim. Hele ki magazin muhabiri hiç değilim. Ben sadece yazan biriyim. Öyle ki hayatını son anına kadar benim gibi planlayabilmiş bir başka insan evladının olmadığına da eminim. Nasıl yaşamam gerektiğinden çok daha fazla nasıl ölmem gerektiğini bilir, buna çabalarım.
Benim de yüreğim titriyor bazı şeyler karşısında ama bu asla korkudan değil. "Korkunun ecele faydası yok" ne güzel deyim! Ki herkesin bir günü vardır, "Her şeyin farkına vardım işte şimdi diyeceği" işte o gün geldiğinde şöyle diyecekler muhakkak arkamdan, "Kız edebiyat yapmıyormuş, ciddiymiş!" Çünkü gerçekten de ciddiyim. Paragraf atlamış gibi olmayayım ama önce ismi lazım değil sözüm ona bir "gazeteci"ye cevap vereyim (ismini anmıyorum, çünkü zaten yaratmaya çalıştığı şey adının geçtiği dalgalandırıcı yani sansasyonel bir metin yazdırabilmek bana, bu kendisine ekmek yedirmek olur; benim soframa herkes oturamaz çünkü ben de herkesin sofrasına oturmam. Öyle kolay ekmek yemem, yedirmem): Bir nefes alıp verirsiniz, fırtınalara katkınız olur. Kelebeğin kanat çırpması okyanusu dalgalandırır. Pisliği halının altına süpürenler, her şey her şeyi etkiler! Ben bir bilge değilim, sadece gözlerimi ve gözlerimin gördüklerini inkâr etmiyorum. Yani evet, "Yaş otuz beş, yolun yarısı eder" ama şu da var ki, yolun yarısında olmak iyidir, yolun sonunda bomboş biri olmaktan. Şimdi diyeceğim ki, "Bu toplum çalışkan, dürüst, eşitlik isteyenleri sevmez, "Herkes oturduğu evin sahibi olsun" dediğimizde bundan rahatsız olan zengin sosyalistler de buna dâhil. Bütün bunları sol görüşe yürekten bağlanmış ben de dile getirebiliyorum. Yani dürüstlüğümüze çamur atanlar suyu görünce cıvıklaşan çamurdan yaratıldıklarını hatırlasınlar. Ki "Evrim Teorisi" de denizin karaya kavuşmasıyla başlatmıyor mu hayatı? "Bu kadar mı topluma düşmansın" diyecekler. Desinler. Evet, bu kadar düşmanım toplumlara. Çünkü toplumların kendilerine ait yakıtı vicdan olan bir beyinleri yoktur. Düşünmezler, onaylarlar her şeyi şuursuzca küçücük menfaatleri için birden. İşte bugün bütün toplumlar gibi bizim de yaşadıklarımız bu alelade onaylamanın bir sonucu. Bütün bunlar en ileri teknoloji çağında bile ilkelleştikçe ilkelleşen insanın hikâyesi.
"Karakol" sadece bir aşk şarkısı değil. Çıkışsızlığın, baskının altında bir feryat ediş gibi geliyor bana. İstediğin gibi yaşayamamanın değil, nasıl yaşarsan yaşa insanın ayağına bağlanmış prangaların sesinin de kelimelere dönme biçimi gibi geliyor bana. Belki de bu şarkı benim olmalı, duyanlar da hep bu yüzden beni hatırlamalı. Çok eski ve silik bir fotoğrafa hasretle, deli bir merakla bakar gibi. İtiraz edenler yalnızca bir şarkıya itiraz etmediler sadece. Onlar insanın var oluşuna itiraz ettiler, onlar insanın yaratılışına, onlar onları oldukları gibi yaratana itiraz ettiler. İki erkeğin, iki kadının birbirlerini sevmesi değil karşı oldukları şey. Onların karşı olduğu şey iktidarlarının sarsılıp yıkılmasına ön ayak olacak her şeyin bir risk teşkil ediyor olması... Onların karşı oldukları şey eşitlik meselesi... Çünkü gayette iyi biliyorlar eşitlerin hep aynı eşikte durduğunu. Çünkü en iyi onlar bilirler eşikte duranların içeriye alınmadığını. İnsanın özgürlük alanına saldırırken bile sadece kendi çıkarlarını gözetenlerin tepkilerinden ibaret eylemler her zaman her şeyin sermaye için yapıldığının açıklamasından başka da bir şey değildir. Para nereye iktidarlar ve iktidarların istediği her şeyi onaylayanlar oraya. Onların olduğu yerde kan akar, suya karışır. Bakınca berrak bu suların altında insan yutan bir bataklık vardır. Sadece son bir yılda ileri derecede demans olmuş bir toplumu özet geçiyorum: Bu şarkı yüzünden ayaklananlar kendini yeraltı treni istasyonlarında-metrolarda raylara atanlar için ayaklanmadılar. On bir yaşında şaibeli bir şekilde ölen Rabia Naz için, birden buhar olup kaybolan Gülistan Doku ya da binlercesi için de. Saysam bitmez çünkü bizim tarihimiz katliamlar tarihidir, "Cumartesi Anneleri" de bu tarihin capcanlı bir anıtıdır. Zaman hep böyle geçmiştir buralarda kayıtlara. "Buralar" dediğim insanın olduğu bütün bu coğrafyanın tamamıdır. "Böyle gelmiş, böyle gider" diyenler, "Böyle gelmiş, böyle gitmez artık!" diyenlerle de karşılaşacaksınız. Senyörlerin topraklarında sadece toprak sahiplerinin özgür olduğunu sananlar, onların da Senyörlerin malı olduğunu unutmasınlar. Tarih boyunca bütün iktisadi karmaşaların yol açtığı her şeyi yeniden ve müthiş yıkıcı bir biçimde yine yaşıyoruz, yine yaşacağız. Ben bu şarkının bu nakaratının işte tam burada gerçekten ne almana geldiğini fark ettim.
Vermedim adını, zora koydular Aşkın mezarını cana oydular Camlara düşüyor yaşı yedi göğünEllerin elime niye kapı duvar?Dağlanıyor gibi gençliğim Aç şu kapıyı!
Büyük göçler başladı, gecikmiş halk ayaklanmaları… Ben bu nakaratı hep duyuyorum, her yerde her haberde. Öylece bir yol ağzında durduğumda bile. Bir Afgan kadının üç çocukla sınırı geçerken donup öldüğü yerde, deniz kıta sahanlığından sadece birkaç metre uzaklıkta batırılmış göçmen botlarından düşüp boğulanların son anlarında, metro istasyonlarında kendini raylara bırakanların dünyaya veda ederkenki o duruşlarında…
Ayfer Feriha Nujen kimdir? Ayfer Feriha Nujen; yazar, sosyolog ve mühendistir. İlk şiirleri on dört yaşından itibaren Taflan, Berfin Bahar, Varlık, Sincan İstasyonu, Üç Nokta, Kaçak Yayın, Deliler Teknesi, Az Edebiyat, Yokluk, Forum Edebiyat, Evvel Fanzin, Amargi gibi dergi ve edebiyat sitelerinde yayımlandı. Pek çok alanda ve türde çalışmalar yaptı. Halen T24'te haftalık yazılar yazmaktadır. Bedenim Mezarımdır Benim, Yüzü Avuçlarında Solgun Bir Gül, Aşkın 7. Harikası Tac Mahal, Ay İle Güneş Arasında, Duasız Ölüler, Şairin Kara Kutusu/ Nilgün Marmara, Kırağı/Seyhan Erözçelik Şiirine Bodoslama, Öteki Cins Şair, Ey Arş Sıkıştır! yayımlanmış bazı kitaplarıdır. Yazmayı ve çeviriler yapmayı sürdürmektedir. İstanbul'a bağlı bir kasabada yaşamını sürdürmektedir. |