Sokağa çıksaydım eğer düşünmeden herkese sarılırdım. Bir sarılsam dağların kaburgalarını kırardım. Otistik olmakla bir ilgisi yok bunun. Bütün bunlar ölüm yüzünden. İnsanı her gittiği yerden döner sananlar, insan gittiği her yerden dönmüyor. Biraz da bu yüzden kimseyle hiçbir şey için yarışmam. Yön vermem, yol veririm. İpi göğüsledikten sonra tekrar dönüp yedek kulübesinde nasıl oturduklarına tebessümle bakarım. Gönlünü içinde bir yara gibi taşıyanlar, hava gazıyla pencereleri aynı anda açmak diye bir şey var. Boşluğu ancak boşluk doldurur evet, ama müziğin sesini açınca boşluk bile çok daha anlamlı bir hale gelir. Bir şarkı, bir kitap gerçekten hayatınızı değiştirebilir. Şiir okumayı denediniz mi hiç? Kalbin boşluklarını aklın boşluklarını doldurarak başlamak yeniden hayata derin bir nefes almak gibidir. Nefes alıp vermek de bir karardır. Nefes al! Nefes ver! Sanki bir serçe bir kartal gibi kanatlarını açar. Her soluk alıp verişinizde fırtınalara katkıda bulunursunuz, bu işte öyle bir şey. Bunları söyleyen ben sol mememin altında bir kurşun yarası taşıyorum. Herkes gibi bir cahiliye döneminden geçtim. Sonra bir bilgeye dönüşmedim belki ama ben de cahilin tahsillisiyim. Ve şimdi elimi kaldırıp o yaranın üzerine koyduğumda şunu hissediyorum, kalbimin sesini avuçlarımın içinde duyduğumda, sık sık şunu söylüyorum: Hayat güzel, yalan bile olsa! Çünkü Tanrı insanı yarattı. Bilmiyoruz ki! Belki Tanrı'nın da buna ihtiyacı vardı. Varoluş sancılarının içinde insanın kendini şuursuzca önemsemesinden başka hiçbir şey yok. Oysa insan başkalarından duymak istediği sözleri önce kendisi başkalarına söylemeli. Böylece karşılık bulur aynalar ve sesler ve varoluş. Hayat denen bu kara aynaya siz neyi nasıl yansıtırsanız o da size öyle karşılık verir. Bu fizikte de böyledir. Paralel evrende bir başka 'sen' yok, yansımalarınızdan, yankılarınızdan başka. Kuantum mekaniğine bakarsanız bunu görürsünüz. Hayatın da bazı matem'atiksel işlemler gibi tersine bir sağlaması vardır. Bunun için matematik ya da fizik profesörü olmaya gerek yok. İnsan baktığı karanlığa bir fener yaksın yeter ki. Karanlığı aydınlatamayacak ateş yok.
Tarık Tufan, şairane bir metininde şöyle diyor: "Ölelim diyecektim az kalsın, ölmeyelim. Hiç ölmeyelim!" Kırsal bir yerde yaşıyorum. Şehri de hiç özlemiyorum. İnsanın sayıca çok fazla olduğu yerlerde bazı kelimelerin anlamları çok da tesirli olmuyor. Hatta ileri gideceğim, insanın sayıca çok fazla olduğu yerlerde en derin kelimelerin bile bir anlamı olmuyor. En doğal yollardan bir ölüm, hatta insanın kendini öldürmesi bile bu yüzden çok sıradan bir şey olarak kayıtlara "insan zaten ölümlüdür" diye geçiyor. Çünkü değerlilik sadece bir kavram ve anlamını sadece nesnelerde buluyor. Bu kendi kendine olmuyor, bunu biz insanlar yapıyoruz. İnsanlarla nesneler arasında karar veremeyenlerin boşluğunu boşluk bile doldurmuyor bu yüzden. Kapılıp gittikleri gürültünün içinde hiçbir şey anlamlı hale gelmiyor. Şarkılar, şiirler, kelimeler... Oysa kelimeler taşıdıkları anlamların dışında biz insanların idrak biçimiyle de ayrıca anlamlar kazanır. Ben hayatım boyunca sadece iki kelime üzerine kurdum bütün dünyamı. Biri ölüm; hep aklımda tuttum onu. Hiç unutmadım. Onu unutursam her şey bir birbirine karışacaktı. İyilikle kötülük, siyahla beyaz, acıyla tatlı, iradeyle iradesizlik, doğruyla yanlış, adaletle adaletsizlik, vicdanla vicdansızlık ve daha pek çok şey… İnsanlar bile birbirine benzeyecekti, eğer ölümü aklımdan çıkarsaydım. Ölümü aklımda tutmasaydım eğer aklımdan bağımsız kararlar alıp verecek, bütün hayatımı bir hata olarak geçirecektim. Değil dokunmak, el sürmek için yaklaştığım anda bile bozulacaktı tartılar, teraziler. Bu düşünce buna hep engel oldu. Hiç aklımdan çıkarmam ölecek olmanın insanı dik tutan bir şey olduğunu. "Öleceğini bilen insan namussuzluk edemez" diyen Aziz Nesin'i diri tutuyorum bu yüzden kalbimde. Cimrilikte ve dürüstlükte ayrılmadan hep onun izinde. Yamuk da bir doğru parçasıdır evet ama sadece matematikte. İnsan doğruyu söylemek için ille de eğri oturmasın diye. Söyledikleriyle çelişen bir yazan olmaktansa dünyanın en büyük meydanında asılmayı tercih ederim ibret-i âlem için. Tutarsızlık, ettiği sözlerle çelişmesi bir yazanın, namussuzluk değil de nedir ki zaten? En çok da bu yüzden bir adım atacakken bile durup bin kere, milyon kere düşünürüm. Yalvarırım kalbimde kök salmış inancın sahibine, "Beni beşer kılma, şaşırtma! Zulmün duvarına taş koyan ellerden oldurma." Sağır uyanmamak için hiç kimseye.
Bir diğeri intihar; ondansa hep kaçtım. Daha gençken üstüne üstüne yürürdüm. Onu sadece bir kelime olarak bile zikretmemek için elimden geleni yapıyorum oysa şimdilerde. Çünkü bazı kelimeler veba gibidir. Yakamı her gün ütülüyorsam eğer bu yüzden. Fakat şu var, eksik olmasın(!), elini tuttuğumda kalbi yaralı birini ucunda ölüm de olsa bırakmam. Bırakmamak lazım. Bir insan eksildiğinde yeryüzünden dünyanın dengesi bozulur. Karşılığında yeni bir insan doğmuyorsa eğer. Ormana kendini asmaya giden arkadaşlarım oldu, buna bazen ben de katlanamadım. Çünkü ormana kendini asamaya giden arkadaşlar ipin öbür ucunu bir ayağımıza bağlayıp da giderler. Böyle zamanlarda intihar fırtınaları yaratmaktan korktuğum kadar hiçbir şeyden korkmadım. Sustuğumda hep bu yüzden sustum. Çünkü insan nefes alıp verirken bile fırtınalara katkıda bulunabilir ve bu insanlığa bir hizmet değil, giderken yanında başkalarının da hayatını bir parça alıp götürmek gibi bir şeydi. Bir enkaz bırakmak geride… Soluk alıp verir gibi gövdesini genişleten bir mezarlık bırakmak gibi. İntiharların temelinde hep geride kalanları cezalandırmak vardır. Ama geride kalanlar yaşamaya devam ederler. Olan yine kendi iradesini ilan edene olur. Genetik olarak nesline, kan bağıyla bağlı olduğu herkese gelecekte dirilecek bir eylemi ‘kendini öldürmeyi' miras bırakır. Ölüm insanı terbiye eden bir fikir olarak kalsa keşke yeryüzünde… Tam da bir hata yapacakken o fikir ona "dur da soluklan" dese, ne cennet vaat ederek ne de cehennemi bir kibrit ucunda ateşi tehdit gibi göstererek. Ölümü düşünmek iyidir tabii ama kendini öldürmeyi düşünenler Erdem Bayazıt'ın Kar Altında Hüzün Denemesi şiirini keşke bir kere okusalar, dinleseler:
Dünyanın en uzun hüznü yağıyorYorgun ve yenilmiş insanlığımızın üstüneKar yağıyor ve sen gidiyorsunAğlar gibi yürüyerek gidiyorsunBelki bulmağa gidiyorsun kaybettiğimiz O insan ve tabiat çağını
Dön bana ve dinleKuşlar uçuşuyor içimde
Loş bir keman solosu gibiKuşların uçuştuğunu içimdeDön bana ve dinle.
Karanlık denizlerin dibindeBir takım incilerin olduğunuBir takım incilere ve hatıralaraNeden bağlı olduğumuzu unutma.
Duy beni ve dinleDenizler boğuşuyor içimde.
Unutma diyorum ama sen anlaAnlat bizim de yaşamak istediğimizi onlar.
Ölümü düşünenler için Yaşamadan Ölmeyeceğim adlı kitaptaki Phuan olmak isterdim. Onlara tavsiyelerde bulunmaktan ziyade yanlarında oturmak sessizce sabaha kadar... Bir yaşam koçu gibi değil Phuan. İnsanın kendisine zaman tanıması konusunda değişimin dinamiklerini yönetebilen, insanın yaşamını en büyük kriz anlarında, en çıkılmaz anlarda nasıl yöneteceğini öğreten biri. Yön veren değil, yol veren biri. Feneri gözüne değil, önüne tutan biri. Tıpkı Sonsuzluk Ormanı filmindeki hayali kurtarıcı gibi...
Basit bir dille kaleme alınan çok az ve çok ciddi romanlardan biri. İnsanı denedikçe başarısızlıklarıyla bir başına bırakan kişisel gelişim kitaplarından çok daha eğitici. Maud Ankaoua, insanın kendine zaman tanıması konusunda ölümü birkaç saniyeliğine bile ertelemenin insana ne hissettirdiğini, neler vaat ettiğini müthiş kurgulamış. Hayatım boyunca bir sürü intihar mektubu okudum, yazdıklarım da oldu. Belki de "güzel yazıların" diye niteledikleri yazıların kaynağı da budur. Tıpkı kitaptaki gibi insanın durup kendini ve çevresini dilenmesinin bir sonucu olan hayatın yeni yollarını bulabilmesi için ruhun dünyevi gerçeklikten kurtulup onu gerçekten idrak ettiğinde bütün ruhuyla katılacağı o coşkunluk halinin vereceği güce kavuşabilmesi için.
Kitaptaki ana karakter Malo da bunu planlayanlardan. "Mazereti var" diyemem. Malo, kısa bir süre sonra öleceğini öğrendiğinde gelecek olan ölümden önce davranmak için intihar hazırlığı yapıyor. Bu süreci bilenler bilirler, ölümünü planlayanlar içten içe birinin gelip onlara mani olmasını isterler. İntihar mektuplarında bile yukarıdaki şiirin son dizesini başka başka biçimlerde görürüz bu yüzden, "Anlat bizim de yaşamak istediğimizi onlara." Keşke bu işlerin bir provası olsa, denense ve neden geri dönülmesi gerektiğini öğrenmesi gerekenler kadar bir kısım insan da çevresindeki insanlara kulak vermeyi, vakit ayırmayı öğrense. Zaten bu kitaptaki asıl mesele ölümün avucuna düşmüş, ölmeye hazırlanan Malo değil. Bu yola çıkmış birini bu yoldan döndürecek kişinin profili. Ona uzanan eli tumayanın el ne işe yarar ki? Karamsar olmak insana gerçekçi olmaktan başka bir yol bırakmıyor, inanıyorum buna. Ama insanın gerçeği ancak hayattayken idrak edeceğini bilmiyor muyuz? Gerçek şu, insanın insana ihtiyacı var. Bir deha bile yalnız başına atlatamaz buhranlı bir dönemi. Birbirimiz için ölmeyelim, birbirimiz için yaşayalım. Birbirimizi yaşatmak için gerekirse hayatımızdan günler satın alalım. O karanlıkta kimse bir başına kalmasın diye uzatalım elimizi boşluğa bağıralım: Dön bana ve dinle: Yaşamadan ölme! "Aşığınızız" diyenlerin bıçağı geçse bile içimize. Tıpkı kitaptaki gibi:
"Doğadaki hiçbir şey kendisi için yaşamıyor. Nehirler kendi sularını içmiyor. Ağaçlar kendi meyvelerini yemiyor. Güneş kendisi için parlamıyor. Her şeyin diğerleri için yaşaması bir doğa kanunudur."