D_Masthead_970x250
-

 T24 Söyleşisi

 

 

Alnından sesler fışkıran bir duvardır Orhan Göksel. Bir duvarın yıkılırkenki ritmini iyi bilir bu yüzden. 1 Ocak 1976’da doğdu. İnsan doğmasaydı da, bir şekilde yine dolaşırdı bu dünyada. Bütün dalgınların duyduğu, ama bir türlü ifade edemediği sesler arasında. İnsan ve yalnızlık yan yana iki sıradan kelime gibi dursa da hakiki bir yalnız şairdir, kelimeler ve bir basgitarın telleri arasında herkesin duyamadığı bir dize olarak.  Bazen gözlerimizle de duyarız sesini bazı insanların ya da nesnelerin. Geceleri ıssız göğe bakıp onun sesini duymak gibi bir şeydir bu. Orhan Göksel, okurun gözleriyle duyabileceği bir şair... İlk şiiri Annem Kokan Çiçekler doksanlı yıllarda Eşik Dergisi’de yayınlandı. Daha sonraki yıllar pek çok şiiri Varlık, Yasakmeyve, Hâyâl, Sonsuzluk ve Birgün, Hece ve Sincan İstasyonu gibi dergi ve mecralarda yayınlandı. Salâ ve Beyhude Kan yayınlanmış kitaplarıdır. Şimdi şairin kendi sesiyle bütün kelimelerin içine dolduralım, onu bundan sonra evde bir odada bir kitap gibi tutalım, tutunduğumuzu da unutmayalım.

 

Bizden gerçektir bunu bilen her ben

Aklı bulandırır aç kalabalıklar

Gölgem kırıldı kalem alçıda

Susuyor okunduktan sonra her insan

 

Yazmıyorum söylüyorum

Ellerden önce gözler dokunur

Artık kime haber verirsiniz bilmiyorum

Yaşıyorum! Yaşıyorum!

 

 

-Herkesin şah damarı var, ama inat çok başka bir damar. Üstelik içinden geçer bıçak gibi şah damarın. Bu bizi bazen mutsuz insanlar kılar. Ben bir yaştan sonra mutsuzluğumla mutlu olmasını öğrendim. Tam olarak nasıldı, ne zamandı bilemiyorum. Aslında sen de öyle bir şairsin. Kirpiğinin ucundan sakallarına kadar kederle donanmışsın. Bir şey var sende. Olmamış, olması gerekirken. Bazen dönüp dolaşıp sen de gelip yine orada duruyorsun. Bu durup beklemeler, geriye doğru ket vurmalar, geçmişe doğru uykulara yatmalar. Bu duygu durumları senin şiirinde neden bu kadar çok fazla? Şairler biraz mutsuz olmalı tabii ya, insan olarak mutlu musun?

 

O.Göksel: Ben hüznünü ve kederini üstü kapalı yaşayan bir insanım. Şiirlerim dışında tabi. Mutsuz bir insandan daha çok kendine kızgın, kusurlu ve bunu her fırsatta sorgulayan ve bazı durumlarda kendine karşı acımasız… Bipolar yaşayan bir insan olarak bazı duyguları çok uç noktalara taşımam normal gibi geliyor bana. Olmamış olması gereken şeyler de. Dönüp baktığımda iyi ki de olmamış diyorum. Yazdığım zamanlar dışında, kendi kendime dahi olsa bunu hiç dile getirmiyorum. İnsan olarak mutlu olmaya gelince… Fotoğraflarımın aksine güler yüzlü bir insanım. Özellikle aileme, sevdiklerime… Beni şu anıma getiren mutsuzluklarımda onların hiçbir kabahati yok çünkü. İlk kitabım Salâ’da yer alan bir şiirimde Yara! Seni ellerimle ben açtım / İyileşmek yok güzel bir doktora aldanıp demişim. Kalemi elime aldığımda ne mutlu, ne de mutsuz hissediyorum kendimi. Daha çok kederli… Şiir yazdıkça, Orhan Göksel’in aslını daha görünür kılıyorum ve bu bir terapi seansında, tanımadığınız insanlarla kendinizi paylaşmakla eşdeğer geliyor bana. Yalnız bir insanım. Belki de şu an kendime dair en sevdiğim şeylerden biri bu. O yüzden geçmişe gidiş gelişlerim. Bazı noktalarda durup beklemelerim… Artık gölgemi görebilmek için, ışığa ihtiyacım yok.

 

-Genellikle bir evde üç şair sorusuyla karşılaşmışsındır. Evler dünyadan büyüktür oysa. Bu dünya ister bir zerrecik olsun, ister kocaman bir han. İnsan yalnız kendi içinde yaşar. Ve şiir yazan biri kesinlikle kendine de söylemez çoğu şeyi. Ben içindeki diğer şairlerden söz edelim istiyorum. Senin içinde durmadan isyan eden, kavga çıkaran bir şair var. Onun hemen karşısında onu durmadan kışkırtan bir başka şair ve öte yandan ikinizin arasını yapmaya çalışan bir başka şair de söz konusu. Senin şiirlerini yazmak insanı nasıl hissettirir yazan biri olarak? Dibe inmek suyun yüzüne fırlamayı gerektirir. Sen bunu yapmıyorsun, suyun yüzünü merak etmiyor musun?

 

O.Göksel: İçimdeki üç Orhan Göksel ile yaşamak sıkıntılı; şiir de buradan doğmuyor mu zaten… Aklımdaki Orhan ile nefsimdeki Göksel sürekli kavga halindedir. Ama bir şekilde kalbimdeki Orhan Göksel ne yapar eder aralarını bulur. Zaman zaman küserler birbirlerine. Uzun sürmez. Aynı bedeni paylaşmak zordur.

 

   Suyun yüzünü pek merak etmiyorum, çünkü su üstüne yalnız suyun kabullenmediği, istemediği şeyler çıkar. Soruları olan insanları severim. Benim şiirimi okuyan ve kendilerine benzer sorular yönelten insanlarla, kendim üzerinden cevabımı paylaşıyorum. Eşlik edilip edilmediğini de umursamıyorum pek. Ben bugüne kadar sorularımın cevabını hep göklerde buldum. Bunu yazıyorum. Bir şiirimde, Taş bir incidir okyanus dibinde! demiştim. Ben suyun yüzünü gördüm ve derinliği tercih ettim. Boğulmak değil bu. Beyhude Kan’da yer alan Hürmet adlı şiirimde, 1 Ocak 1976’da giydim bu bedeni / Vakti gelince çıkarıp atacağım / Her şey sona erdiğinde yine giyeceğim elbisemi / İnci olacağım! İnci olacağım! dizelerini kurmuştum. Derinliğinden olur da çıkarsam, suyun yüzüne değil, göğün yüzüne çıkmak niyetim. Su beni kabullendi, ben de o derinliği sevdim.

 

-İlk şiir kitabının adı Salâ.2007 Yılında Hâyâl Yayınları’ndan çıkmıştı. Çocukken ne zaman işitsem, durur dinlerdim. İnsanın içinde, hani şuracığımda bir şey var dediği şeyi oradan dışarıya çıkarırdı sanki. Bize böyle öğrettiler,  hiç tanımadığın birinin salâsını duyduğunda dünyadan ayrıldığına üzülmeyi. Bu açıdan şunu sormalıyım sana, bu kitaba neden bu ismi verdin? Bu kitapla nelere veda ettin? Salâ bir yas kitabı mıdır?

 

O.Göksel: Salâ’nın yeri bende çok ayrı. İlk kitap olmasının da etkisi var sanırım. Salâ ile hayatımdaki bir döneme veda ettim. Fark edişlerin, kabullenişlerin, itiraf edişlerin kitabı o. Bir özelliği de yaşadığım manik bir dönemde yaklaşık bir hafta ya da on günde tamamlanmasıydı. Ve ben, temelinde övgü olan ve ölümü haber veren salâyı dinleyerek değil, yaşayarak ve yazarak atlattım. Kitaba adını veren şiirde, Bir kibrit çöpü gibi kırılıverdi / Ne varsa yaslandığım kendime dair dizeleri şu an aklıma gelen. Salâ bir yas kitabı değil benim için. Yitirdiğim insani duyguların, güven, aşk, dostluk ve bağlılık gibi şeylerin büyüklüğüne bir övgü.

 

-Sen bir şair çocuğusun. Şair çocuğu olmak, öğretmen çocuğu olmak gibi bir şey sanırdım çocukluğumda. En nihayetinde ben çocukken öğretmenim yerine koyardım Abdülkadir Budak’ı. Bu bakımdan seni de o zamanlar çok kıskandığımı söylemiş olayım. Bu hâlâ da böyledir, değişmez. Gelenekçi şiirin modern ustalarındandır üstelik. Benim babam marangozdu. Bana bir tahta bebek yapmıştı. İnanır mısın, yüzü yoktu. Sarılsan, kolları hiç kavuşmazdı. Yine de bana çok şeyler vermiştir kendinden. Bu konuşmuyor dediğimde, o zaman sen onunla konuş derdi. Şiirlerinde, metinlerinde onun izini, onun sesini hiç duymadım, görmedim. Yine de sen onun bir parçasısın. Alnından aşağıya hızlıca bir ter tanesi gibi…  Yazan biri olarak Abdülkadir Budak senin için kimdir, senin izleğinde bir baba olarak, bir usta olarak nerededir? Bir şair çocuğu olmak seni hiç rahatsız etti mi?

 

O.Göksel: Abdülkadir Budak. Gömleği Leyla Desenli şairim. Babam. Şiir aşığı, edebiyat emekçisi. Yazan, okuyan, çalışan... O hayat dolu bir okyanus, bense kederli bir göl gibiyim. Evet, bazılarının aksine ben de şiirlerimde O’nun izinin, O’nun sesinin duyulmadığına inanıyorum. İlk şiirlerimi yayınladığımdan beri Budak soyadını asla kullanmadım. Dergilerde yer almaya çalışırken o soyadın gölgesine sığınmayı düşünmedim hiçbir zaman. Bir şair çocuğu olmak altı yaşımda neyse şimdi de o. Ayrıcalık. Annem beni dünyaya getirdiğinde ve bana Göksel adını koyduklarında, babamın şair dostlarından biri şu cümleyi kurmuş: Bu çocuk yarın öbür gün şair olur. Senin soyadını kullanmak istemez. O’na yakışacak bir göbek adı koyalım.  Ve birkaç seçenekten sonra Orhan olmasına karar vermişler. O gün edebi geleceğim ismimle belirlenmiş diyebiliriz. Şair Emel Güz ile yaptığımız bir söyleşide babamdan konuşurken şöyle bir şey söylemişim: Söyleme vakti geldiğinde yazan bir şairim ben. Babamızsa o vakti sürekli çağırıyor. Şiiri Abdülkadir Budak’tan çıkarın geriye bir şey kalmaz. Bense, sanırım öyle değilim.

 

-Bu hayatta her şey bizim istediğimiz gibi olmuyor hep. Olmaz ki zaten. Bu eşyanın tabiatına aykırı... İnsanın da yürüyen bir nesne olduğunu göz önüne alırsak… Bunu fizikle de ispatlarım, mistikle de. Peki, bu olmamış diye ifade ettiğim durum hiç yayınlanmış bir şiirinde ortaya çıktı mı? Yazılıp okura ulaştıktan sonra keşke bunu böyle yazmasaydım dediğin oldu mu?

 

O.Göksel: Gerçeği söylemek gerekirse hiç böyle bir şey olmadı. Ben şiir kuran, şiiri üstünde çalışan biri değilim. Parça parça değil, bütün halinde yazıyor ve imzamı atıyorum. Zaten gerekli müdahaleyi kitaplaştırmak istediğim zaman yapıyorum. O da, şiirlerden birkaç dize çıkarmak ya da eklemek tarzında değil, şiiri komple çıkarmak şeklinde oluyor.

 

-İnsanı bir mucize gibi birden iyileştiren, sevindiren şeyler vardır. Bu bazen bir dizedir, bazen bir daha tekrarı olmaz bir muhabbet, bazen bir ezgidir. Müzikle de ilgili bir şairsin. Şiir sesler silsilesidir ya hani çoğu zaman. Şiirde istediğin sesi çıkarmadığında müzikal manada neler yaparsın? Şiirde söyleyemediğini müzikle söyleyebiliyor musun? Hangisi daha sağlam sesler çıkarmana yardım ediyor? Her ikisinde de sanat kaygısı taşıyor musun?

 

O.Göksel: Müzikle iç içe olmadan önce şiir yazıyordum. Doksanlı yıllardan beri… O dönemin dergileri Eşik, Karşı daha sonra Kül, DüşeYaza’da yer alıyordum zaman zaman. Şiirle müziği bir arada yaşadığımı söyleyemem. Gitarımı elime aldığım gün, şiir arka planda kaldı. Müziği bıraktığım günde aslıma, şiire geri döndüm. Elbette hem şiirde hem müzikte sanat kaygısı ön plandaydı. Albüm çıkarmayı düşündüğümüz yıllarda Sevgili Erkan Oğur, bize eşlik etmekten mutluluk duyacağını söylemişti. Hatırlıyorum da çok onore olmuştum. Fakat o albüm hiç çıkmadı. Bunu aslımın müzik değil, şiir olmasına bağlıyorum. İlk kitabım Salâ’nın önsözünde dediğim gibi; Gitar kırıldı, parmak uçlarıma döndü şiir… Ve o günden beri elime gitarı bir ya da iki kez aldım. En sonunda da ablamın evine götürüp bıraktım.

 

-Yazılı Kâğıt Yayınları’nda çıkan son şiir kitabın Beyhude Kan, yaradan akar gibi bir kitap. Yazmıyorum söylüyorum / Ellerden önce gözler dokunur/ Artık kime haber verirsiniz bilmiyorum / Yaşıyorum! Yaşıyorum! Diye biten İlan adlı şiirinden de anlaşılan, o yara hiç kapanmıyor galiba. İnsan varoluşsal açıdan Tanrı ile varlık arasında tanımlanır genel olarak. Şiirlerinde büyük varoluş çatışmalarına karşıt ve ona karşı çatışmalar da söz konusu. Senin şiirinde yazan biri olmanın dışında insanın çatışık bir varlık olmasının sendeki açıklaması nedir? Sence de böyle bir çatışma söz konusu mu?

 

O.Göksel: Salâ’da yer alan Mustafa adlı şiirimde, Görünen bedenleri düşürmek zordur toprağa / Ben görünmeyeni seçtim demiştim. Benim çatışmam hep kendimle olmuştur. Görünmeyendir, beni var kılan ve şimdilik devam ettiren. O’nu fark etmek için arınmam gerekiyormuş galiba. İnsanlardan, toplumun direttiği değerlerden... Bendeki çatışmadan ziyade bir arayış. Söz konusu O! olduğunda çatışmadan nasıl söz edilebilir? İnsanın, kendini bilmesinin değerine inandım ve dünyanın geneline yayılan sözüm ona değerlerin sahteliğine. Ölü olmasına rağmen tutkuyla yaşadığına inananlardan değil,  nefes aldığı halde bir ölü olduğunu kabul eden insanlardanım ben.

 

-Yeni bir şiir kitabı söz konusu mu yakın zaman içinde? Başka türde metinler yazmayı düşünüyor musun gelecekte?

 

O.Göksel: Uzun bir zaman yeni bir kitap geleceğini sanmıyorum. Salâ ile Beyhude Kan arasında on üç sene olduğunu düşünürsek. Kendimce iyi olduğumu düşündüğüm iki şey var hayatta. Şiir ve müzik. Gitar kırıldığına göre…

 

-Zaman zaman sık sık tekrar etmekten hoşlandığın bir tek kelime ve neden o kelime? O kelimenin içinde olduğu bir dize?

 

O.Göksel: Kalp. Benim kıymetlim. Girdiğim savaşların kazananı. Neden kalp? Çünkü kalp sanıldığının aksine göğsümüzde atmakta olan yürek değildir. Kalp yüreğin manasıdır, ruhudur. Birkaç örnek; Kalbim sen bana lazımsın / Aklım, artık olmasan da olur, Kalbin bulanıyorsa bil ki göğün yüksekliğinden, -Kalpten başlamalı, akıl manadan uzak, - Ne kalbinin sesi var / Ne gözlerinin feri , - Kalbini başına al / Çıkma bir daha karşıma , - Dil kalemdir, kalp mürekkep…         

 

-Bana vakit ayırdın. Sesinden, şiirinden verdin. Ben de sana 18 yaşımdan, durmadan güldüğüm günlerden ayırıyorum. Hep on sekiz yaşında kal. Zaman ayırdığın için teşekkür ederim.

 

O.Göksel: Ben teşekkür ederim. Konuşmayı ve şiir dışında yazmayı pek sevmeyen biri olarak umarım kendimi ifade edebilmişimdir. Sevgiyle kal.

İlgili İçerikler