Hilmi Yavuz Söyleşi T24Şair Hilmi Yavuz ile şiirden edebiyat ortamına keyifli tatlı bir söyleşi gerçekleştirdik. Geçmişin tatlı hatıralarıyla bugünü de yarın için bir hatıraya çevirdik. Şiir, dünyanın dönüş hızı, eski günler ve tabii felsefe. Hilmi Yavuz kendi şiir geleneğiyle yaşayan ve benim de çok sevdiğim şairler arasında bir şair olarak kuşaklar arası diyalog üzerine de sözler etti.
İsmini artık magazinsel manada çok fazla duyduğumuz şairler-yazarlar da var, geçici bir modanın ürünü olarak. Fakat Hilmi Yavuz bir gelenektir. Söz konusu edebiyat olunca elbette bir geleneği temsil eden yaşayan şairler arasında son meşalelerden biridir de. Bu cümleyi kurduğum için müridiniz ilan edileceğim kuvvetle muhtemel. (Zararı yok, faydası var; ben de aldırmayacağım buna, peşinen söylemiş olayım.) Peki, Hilmi Yavuz “müritler meselesi” için ne düşünüyor? Müritler edinen bir şair midir?
Sevgili Ayfer, ‘mürit’ konusunun ciddiye alınır bir yanı yok! Hep söylemişimdir, ama faydası olmuyor: Benim ‘müritlerim’ değil, yol arkadaşlarım vardır: Onlarla olan ilişkilerimi bilenler, arkadaşlığımızın nasıl tepeden bakmayan, kibirli ve buyurgan olmayan, içten yakınlıklar olduğunu bilirler.Şeyhlik ya da mürşitlikle işim olmaz. Beni, elbette kara çalma niyetiyle böyle tanıtmaya çalışanların kötü niyetlerinin nereden ve kimlerden kaynaklandığını biliyorum. Düşmanlarım çoktur;- ulusalcılar var, bir kesim İslamcılar var, solcular var, Kemalistler var;- hatta ikide birde ‘bu adam hâlâ ölmedi mi? diye tweet atan azılılar bile var. Ben ölürsem sanki tarifsiz mutlu olacaklar-nedense?
Ama şunu unutuyorlar: Hep söylediğim gibi, ‘Türkiye’de birey olmak düşman edinmekten geçer!’ O nedenle ne kadar düşmanım olursa, o kadar iyi! Şimdiye kadar hiç kimsenin, hiçbir örgütün, hiçbir siyasi partinin ya da kurumun adamı ya da üyesi olmadım. Bana sahip çıkacak herhangi bir kuruluşa sığınarak kendimi bu tür saldırılara karşı koruma ihtiyacını duymayışım, bundan dolayıdır. Saldırılar, genelde, benim hiçbir kurum tarafından savunulmayacağımın biliniyor olmasından cesaret alıyor. Dahası, herkese mavi boncuk dağıtıp, arkadan konuşmak kalleşliğine [ki böylesi edebiyatçılar arasında bir hayli fazladır!] düşmedim. Kamuoyu önünde açıkça yazarak eleştirdiğim insanların asla arkalarından konuşmadım. Ha, bir de şu: ‘müritlerim olsaydı, herhalde bu saldırıları yanıtsız bırakmaz, beni cansiperane savunurlardı! Öyle değil mi?
Sizin için şairin vasıfları nelerdir? Şairlerin ortak vasıfları olur mu? Mesela Hilmi Yavuz muhalif midir? Muhafazakârlıkla ilgili neler söylersiniz? Muhafazakârlıkla muhafaza etmek ayrı şeyler midir? Şair muhalif olmalı mıdır, neye muhalif olması gerekir değişmez olarak?
Ayfer, sevgili kızım, şairlerin ortak ‘vasıfları’ yoktur. Her şairin kendi kimliği ve kişiliği vardır. Muhalefet sorununa gelince: Elbette ‘muhalif’ olduğum konumlar, düşünceler, politikalar var;- ama ‘muhalif’ olmadıklarım da var! ‘Muhafazakârlık’ ise bir tür ‘Geçmişçilik’tir [Fransızca ‘Passeisme’in karşılığı!].Sosyoloji, Muhafazakârlığın geçmişteki maddî hayatın olduğu gibi korunması; Gelenekçiliğin ise, geçmişin manevî [ve zihnî] müktesebâtının korunması anlamına geldiğini bildiriyor. Muhafazakârlık da, Gelenekçilik de, Herakleitos’un ‘PantaRei’ ilkesini görmezden gelir. Dünyanın temel koyucu ilkesi, değişmeyen tek şeyin, Değişme olduğudur. Ben bu bağlamda Yahya Kemal’in ‘İmtidâd’ ilkesini savunuyorum: ‘Değişerek devam etmek ya da devam ederek değişmek!’ Geleneğin, modern toplumda nasıl yeniden üretilebileceğinin imkânları üzerinde düşünmek gibi!
Türkiye dinamikleri çok hızlı değişen ülkeler arsında olmuştur hep. Bu hızlı değişim edebiyat alanında her alanda hızını kaybetmediği gibi arttırıyor. Bu ne kadar iyi bir şey orası tartışılır. Edebiyat da dâhil her şeyin bu ölçülemez hızla değişmesi meselesi yeni bir kültür mü oluşturuyor? Hilmi Yavuz yenidünyanın bu hızı için ne düşünüyor, bunu nasıl değerlendiriyor?
Edebiyat, gerçekten Dünya’nın değişme hızına ayak uydurabiliyor mu? Türk edebiyatından söz ediyorsak, bu değişme belirli bir entelektüel düzeyin çok altında bir yavaşlıktadır.
Geçtiğimiz günler de Demir Özlü de yaşama veda etti. Sevenlerine ve yakınlarına ve arkadaşlarından biri olarak size de baş sağlığı dilerim. Dünyanın ve Türkiye’nin değişim hızından söz ettik yukarıda. Bu hızlı zamana da yansıyor insana da. Demir Özlü’nün yaşama veda etmesi de bunun bir parçası maalesef. Bilgeler çağı kapanıyor mu sizce, peki geriye ne kalıyor bu kuşaktan? Yeni kuşak farkında mı sizce bir önceki kuşağın ona bıraktığı metinlerin öneminin? Türkiye, sizin deyişinizle bir ‘Bilgeler çağı’ falan yaşamadı ki! Demir Özlü’nün de içinde olduğu kuşak, benim kuşağım, bizler, sadece ‘çok okuyanlar’dık, -o kadar! Bilgelik, episteme ile gnosis’i, yani bilgiyle irfanı bir hayat tecrübesine dönüştürmektir. Bizim kuşağın, böyle bir hayat tecrübesi edinmek şöyle dursun, böyle bir idraki, hattâ hassasiyeti bile, belki bir iki istisnası dışında, hiç olmamıştır…
Yeni nesil ve çağdaşlarımla, akranlarımla aynı dili konuşamadığımı fark ettim. Bu beni akranlarım arasında yaşlı biri yapıyor. Belki kişilik olarak da, -siz beni çocukluk denecek yaşımda tanıdınız, bilirsiniz- onlarla uyumlu değilim. Fakat siz genç nesli daha ilk anından beri takip edebiliyorsunuz. Çünkü yazma sürecini yeni nesilden evvel başlatanlardansınız. Bu açıdan siz yeni nesil yazanlarla aynı dili kullanabiliyor musunuz, onları anlıyor ve yeni nesil tarafından anlaşıldığınızı düşünüyor musunuz? Sizin gençlik yıllarınızda da böyle bir durum söz konusu olmuş muydu?
Yeni Kuşak, Z Kuşağı, genel olarak okumayı sevmiyor. Sadece bizim kuşağın, yani şimdi 70’li yaşların sonu ile 80’li yaşların başını yaşayan kuşağın değil, bizden öncekilerin tümünün bıraktığı metinler karşısında yabancıdırlar. Bu yabancılığı aşmak istiyorlar ya da isteyecekler midir;- hiç sanmam!
Kuşaklar arası diyalogdan söz etmişken Behcet Necatigil’den söz etmeden olmaz. Behcet Hoca Everest Yayınları tarafından kitaplaştırıldı. Behcet Necatigil’in yazanlara ve size yaklaşımı nasıldı? Kendisinin öğrencisi olmak size bugün ne hissettiriyor?
Mâlumu ilâm: Kuşaklar arasında kopukluklar olağandır. Biz de ilk gençlik yıllarımızda, bizden öncekilerin bizi ‘anlamadıklarını’ düşünüyorduk, ama bunu, onları anlamayı reddederek yapmıyorduk! Bu da hem kopukluğu hem de devamlılığı gösterir. Z Kuşağı’nın öncekileri ‘anlama’ gibi bir kaygıları olduğunu sanmam…
Behçet Necatigil’in edebiyata, özellikle de şiire ilgi duyan öğrencilerin bu ilgilerine karşılık verdiği doğrudur.Hoca, uzun ve teferruatlı izahlardan hoşlanmazdı;- kısa ve tıpkı şiirlerinde olduğu gibi, dinleyenlere onların doldurması gereken ‘düşünce boşlukları’ bırakarak! [Şiirlerinde bunu - - ile, iki kısa çizgiyle yapardı!].‘Şiir gibi’ değil, şiiri gibi konuşurdu Hoca: Metaforlar ve inceliklerle! [Bir şirinde ‘İncelikler ne isterler?’ diye sormuş, ben de bu soruyu kendisine sormuştum: ‘Ne isterler Hocam? ‘Ne isteyecekler’, demişti,‘anlaşılmak isterler’!].Hoca’yla ilgili bir toplantıda şöyle demiştim: ‘Büyük hocalar, öldükten sonra bile öğretip eğitmeye devam eden hocalardır!’Hilmi Yavuz şiirleriyle büyümüş nesildenim ben de. Erguvan Sözler, Gülün Ustası Yoktur benim en sevdiklerim. Sizi okuyan herkes kitaplarınızı, şiirlerinizi sayar sıralar. Peki, sizin sevdiğiniz üç önemli şairi sorsam ilk sırada hangi şair yer alırdı, neden?
Çok teşekkürler sevgili Ayfer, 3 önemli şair istiyorsun da, bir kere niye 3? Önem verdiğim şairlerin sayısı çok fazladır ve Türk şiiri gerçekten çok önemli şairler yetiştirmiştir. Dolayısıyla, 3 ile sınırlarsam, sayamadıklarıma haksızlık etmiş olurum.
Geçmişte bir gazeteci size “Ece Ayhan nasıl bir şairdir?” sorusunu yöneltmiş ve siz de “Gençler için zararlı bir şairdir” yanıtını vermiştiniz. Yanlış anımsamıyorsam. İyi şiirler yazan birinin iyi davranışları olmuyor genelde. Öyle bir kural da yok. Ne yanıt vereceğinizi tahmin ediyorum, fakat bugün bu soruyu size tekrar sorsalar aynı cevabı verir miydiniz?Şairler de en nihayetinde birer insan. Ama hatalarımız, kararlarımız, davranışlarımız ahlaki varlığımızın da bir göstergesi midir?Ece Ayhan için ‘zararlı’ değil, ‘tehlikelidir’ demiştim: Tehlikeliliği, hukukî tâbirle ‘ahlakî redaeti’ne ilişkin değildir. Ece, gerçekten kötülük yapmak için varolmuş gibiydi. Ama mesele bu değil! ‘Tehlikeli’ oluşu, onun şiirinin bir, deyiş yerindeyse, çıkmaz sokak oluşundandır: ‘Tehlike’, onu usta, şiirini de yol açıcı bulanlar için bir uyarıydı: Bakın, benim son derece yetenekli bulduğum iki şair, Mustafa Irgat ve İzzet Yasar [ikisi de rahmetli oldular], Ece’yi kılavuz belledikleri için, onun şiirine girdiler ve bir daha çıkamadılar. Evet, çıkmaz sokak! Zira, ondan ancak yine, maalesef, Ece Ayhan olarak çıkılabilirdi!
Gündemde bir de salgın var. Her şeyi ve herkesi etkilediği gibi sizi de etkiledi mi? Bu evrensel kapanmanın size olumlu ya da olumsuz yansımaları neler oldu?Eskilerin pek sevdiğim bir deyişleri vardır: ‘Kahır yüzünden lütûf’! Kapanmanın, bana yaradığını itiraf etmeliyim. Pandemi öncesinde başlayıp da bir türlü bitiremediğim şiir kitabımı tamamlamak fırsatını buldum: ‘talan şiirleri’ en geç Mart başında çıkacak. Edebiyatı felsefeyle okumak başlıklı on kadar uzun ve kuşatıcı makale yazdım. Filmler izledim. Müzik dinledim. Okunmak üzere ayırdığım, ama pandemi öncesi vakit bulamadığım kitaplar vardı, onlarla ilgilendim.
Ben söyleşilerin yüz yüze ama sanal olmayanını severim. Bir kahvede, bir pastanede ya da bir dost evinde, o insan sıcaklığını hissederek söyleşmenin tadına doyum olmaz. Bu kapanmada, yalnız yaşayan biri olduğumdan mıdır, bilmiyorum, bu dost söyleşileri ortamını özlüyorum. Oğullarıma ve torunlarıma dokunma, onlara doyasıya sarılma, öpme duygusunu da özledim…
Şiir ile felsefenin çok yakın olduğunu düşünüyorum. Şiir ve müzik gibi... Sizin şiirleriniz de metinleriniz de öyleler benim okuduklarımdan kavrayabildiğim kadar. Zaten Felsefe ve şiir ile hemhal birkaç şairden birisiniz kendi çağdaşlarınız arasında. Şiir felsefi perspektif olmaksızın şiirsel derinliğini yakalayabilir mi? Hilmi Yavuz şiirinde felsefi yaklaşımların değeri nedir?
Rahmetli ve çok değerli bir Divan Edebiyatı hocasının Prof. Haluk İpekten’in tasavvuf ve şairler hakkında bir tespiti vardır: ‘Mutasavvıf şairler’ ve ‘Şair mutasavvıflar’! Haluk Hoca’nın bu ayrımını senin sorduğun soru bağlamında şöyle uyarlayabiliriz: ‘Felsefeci şairler’ ve ‘Şair felsefeciler’… Felsefeci kimlikleri şair kimlerinden önce gelenler birinci gruba, felsefeci kimleri şair kimliklerinden sonra gelenler, ikinci grupa! Birinciler, şiirlerini bir felsefî düşünceyi dile getirmek için araç olarak kullananlardır;- ikinciler ise, şiirlerinde kendilerine şiirinde felsefî bir düşünceyi dile getirdiği söylendiğinde, şiiri böyle bir amaç ile yazmadığını söyleyenler! ‘Siz kendinizi hangi gruptan sayıyorsunuz?’ diye sorarsan, ‘İkinci gruptanım!’ derim…
Bir hatıra olarak bu söyleşi için size son sorum dinlemekten ve mırıldanmaktan hoşlandığınız bir ezgi. Sırtınızı yasladığınızda bir yere içinizin darlığını alıp kalbinizi genişleten bir ezgi var mı?
Oğlum Ömer’in benim müzik beğenim hakkında, çok eğlendiğim bir sözü vardır: ‘Sabahları caz, akşamları Hicaz!’ Ben de şunu ekledim: ‘Öğlenleri de Brahms!’
Bu söyleşi burada bir hatıra olsun. Efsane bir şairi tanıdığım ve yıllar sonra sizinle söyleşi de yapabildiğim için mutlu oldum. Beni yanıtladığınız için teşekkür ederim.
Sevgili Ayfer, ben teşekkür ederim.