Bir şiirinde şöyle diyordu, yol göstersin diye bize, şiirini kendisinden çok sevdiğim bir şair:
Öpmezdi, koklardı, dedem beniİçine çekerdi, temiz hava gibi.Ziyan olmayan emek, derdi bizlereEmek neydi?
Emek, meyve vermeyecek ağacı bile yeşertmek demek. Bir şey yaptığımız da yok üstelik. Seviyoruz. İnsanın insanı sevmesi, bedava… Sevmek de emek değil mi? Sevmeyi, ilgili ve alakalı olmayı emekten sayıyoruz. Biz de genç şairken kendimizi öldürmemek için şiir yazardık. Bilmezdik, bilemezdik bir yerden sonra şairi kendi şiirinin öldürebileceğini. Ve ölüm düşüncesinin aslında bir insan terbiyecisi olduğunu… Tabii, biliyorum, bu dünya tatlı bir masal değil, çok da kötü bir rüya olmadığı gibi ve kimse bir roman kahramanı gibi de yaşamıyor hayatını. Ama herkes istiyor elbette ömrünün kısacık bir anında bile bir anlığına dikkatleri üzerine çekmiş bir kahraman olmayı. Belki de bu yüzden genç şairler örgütlenmenin ne olduğu konusunda hâlâ ayakları yere değmez fikirler içindeler. Bir araya gelelim de insanın onurunu ayaklar altına alan şu kötü düzeni yıkalım demezler de, birbirlerini yakut sözlerden yapılmış bir kılıçtan kıra kıra geçirmek için mücadele ederler. Oysa hiç de hayal değil, evrenin tomurcuğu patlayan bir çiçekle daha iyi bir yer olacağı düşüncesi. Ama tomurcuklardan önce birbirlerinin yüzünü kızartmak için çabalayan yeni nesil şairlerin gürültüsünün dinmesi gerek belki. El verdiğimiz yerlerden kırıldığı da oldu dallarımızın, kalbimiz gibi. Olsun. Kırılsın! Biz yine de kimseyi kırmayız, kimsenin kimseyi bir daha çiçeklenmeyecek kadar kırmasına da izin vermeyiz. Çünkü iyi şair iyi insan da olmalı. İşte bunun en genç örneği şiiri kadar karakterini de geliştirmeye çabalayan bu genç şair, Yiğit Kerim Arslan. Şiiri iyi kendisi kötü ve pek çok insanın hayatına onarılmaz hasarlar vermiş olan şair Ece Ayhan'dan belki bir gün biraz söz ederim. "İyi şiir kötü insan" üzerine konuşmak önemli bir konu olduğunda…
Arslan, henüz on yedi yaşında. Ve ben de dâhil pek çok çağdaşımdan da daha sağlam bir şiir yazmakta. Pek çoğumuz onu Nilgün Marmara seven genç şairler arasında gördük, öyle bildik ve sevdik de. İnsanın ilk gençliğinde hataysa eğer bu, bütün hataları elbette gençliğine verilmeli genç olanın. İnsan gençliğinde hatalar yapacak ki, yetiştiğinde "tecrübe nedir?" bilecek. Bu ülkenin her genç insanı gibi o da kendi olanaklarıyla sürdürüyor eğitimini. Gözümüz üzerinde, iyi bir okuldan mezun da olacak sonra. Ziyan olmayan emek dizesini içimiz dolu dolu bir kez daha tekrar söyletecek bize. Bunun için de çabalıyor, şiiri için çabaladığı kadar. Çünkü insan yeryüzünde yaşamaya çabaladığı kadar var. Böyle şiir yazabilmek için belli bir yaşta olmak da gerekmiyor doğrusu. İnsan yine de merak ediyor, bu yaşında yazdığı şiirlere bakıp otuzlarında yazacağı şiiri.
Elbette gündemimde olan şey onun çok genç bir şair olması ve yaşının çok daha ilerisinde olan şiiri. Ezgin ve pesimist yanları üzerinden uğradığı itici ve kırıcı politikaları da elbette "fırsat bu fırsattır" eleştireceğim. Yiğit Kerim Arslan, ilk kitabı Yeni Moskova ile gözleri de kalpleri de zihinleri de bence gayette yerinde kendi varoluşsal yaklaşım ve dil biçimiyle doldurmuştu. Bu kadar genç bir şairin elbette hak ettiği değer karşılaştığı insanların ona verdiği nasihatler ya da yüzüne yüzüne çarpılan kötü eleştiriler değil. Olmamalı. İkinci şiir kitabı Seyhan Erözçelik İlk Kitap Ödülü'nü alarak pek çoklarının saldırısına ve tepkisine de uğradı, ama şu çok önemli "ilk kitap tabusu"nu da yıkıp geçti. "İlk kitap nedir?" Sorusuna belki de İlhan Berk cevap vermeliydi, keşke bugün hayatta olsaydı. Bir şair için ilk kitabın ne olması gerektiğini bir kez de o çıkıp söyleseydi. Ve böylece kimse zırhı kalbinden başka hiçbir şey olmayan bu genç insanı eleştirirken biraz daha makul ve aklı başında, vicdanlı ve şiirine bakarak sözler etmiş olsaydı. Genç şairleri benim için değerli kılan yazdıkları şiirlerden çok yazıyor olmaları. Ve bununla beraber neyi nasıl söylediği de önemli elbette. Çünkü her yazan yazdıkça gelişir. Elbette birbirlerini eleştirmeliler de, fakat kimse kimsenin üzüntüden incelen yerlerine vurmaktan zevk almamalı. Bugün Küçük İskender hayatta olsaydı, bu çirkin eylemlere göğüs germiş biri olarak o da karşı çıkardı. Şiir bir tür olarak var oldu olası her şair şiirinde kendi hayat ve trajedisini yansıtmıştır. Bunda bir sakınca yok. Hem niçin olsun ki? Üstelik genç şairler birbirlerinin var oluşuna, yazma çabasına saygılı olmalı. Her şeyden önemlisi birbirlerini kollamalı, yoksa insan ister şair olsun ister madende işçi doğru bir biçimde örgütlenmedikçe yazmanın da var olmanın da ne önemi var?
Bunu dile getirmekten hiç çekinmiyorum, Seyhan Erözçelik adına verilen ödül ile birlikte şiiri dışında her yanıyla eleştirilen bu genç adam birkaç gün evvel sonuçları açıklanan Ali Rıza Ertan Şiir Ödülü'nü de Mehveş Demirer İle birinciliği bölüşerek aldı. Aynı ödülü Başarı dalında Yiğit Ergün, Jüri Özel Ödülü'nü ise Yunus Karakoyun aldı. Hiçbir şiir ödülüne asla karşı değilim, fakat katılmamak konusunda her zaman engel olacağım. Böyle şeylerin bence bizden daha genç şairler için sürmesi çok daha tatlı bir edebiyat olayıdır ve öyle de sürmeli. Kimseyi çıktığı yoldan etmemeli ve yola çıkmış herkese de yol göstermeli, yön vermeli.
Demem o ki, ilk şiir ödülüne konu olan o asılsız, aşağılayıcı çirkin tezler ve iddialar da böylece çürüdü. Yani kimse kimsenin müridi değil. Hiçbir genç şair kendinden önceki şairleri seviyor, okuyor diye de onun türevi değil. Yazan biri olarak değil, ilk anda ve hep insan olarak adil olmayı tercih etmiş ve herkesten bu adil yaklaşımı bekleyen biri olarak artık edebiyat ortamında biraz da insanın onuru adına yapılanmalar, yan yana gelmeler görmek istiyorum. Çünkü yaptığımız işlere şekil veren gözlerimizle gördüklerimizdir. Bir okur olarak da seyrine daldığım şeyler bana şunu sorduruyor: Adil olmak niye bu kadar zor, zalim olmak niye bu kadar kolay?
Yazanlar arasında ve elbette en çok da şairler arasında dışlanma, itilme, aşağıya çekilme bir politika. Bu genç şair de tattı bunu bu genç yaşında. Üzücü. Ama bazılarımız öyle dinç, öyle genç ve öyle güçlü ki, bir ilahi adalet geliyor ve gerçekleştiriyor kendini. Söz konusu genç yazanlar olunca birincilik üçüncülük ya da başar ödülü almaları bir mesele değil asla. Gönlümüzde herkes iyi şair, herkes birinci… Çünkü genç şairler belki farkında değiller, ama yan yana her şeyden çok daha güzeller. Kirpik Bilgisi'nde geçen bir şirinde diyor ya, hiçbir şeyin değişmezliği kaldı duvarlarda. İşte bu dörtlüğün sonundaki dizedeki değişmezlik değişsin artık.
bilinmezlik aşılır sandım onmaz yaralarla çöl beni büyütecekti, bir sesim vardı elbet boşlukta dirilttiğim küskün bilgeliğim döndü sadece biraz su istedik, güldük, kumlansa da hiçbir şeyin değişmezliği kaldı duvarlarda
Yiğit Kerim Arslan'ın şiirine baktığım zaman hangi yayınevinden ne koşullarda çıktığının bir önemi kalmıyor. İyi şiir adını hiç duymadığınız bir yayın etiketiyle çıkıp dağıtımlarda türlü acımasızlıklarla karşılaşsa bile bir yerde mutlaka karşınıza çıkıyor. Yalnız olana acımasız olan bu hayatta görünmez bir denge var. İşte o denge sağlıyor bunu. Elbette bu şiir, bu ince çocuk Yapı Kredi Yayınları'na ya da Metis gibi bir yayına çok daha yakışırdı, belki ileride belki de çok yakında. Niye olmasın!
Zonguldak'ın iki güzel şairi Rüştü Onur ve Muzaffer Tayyip Uslu gibi yaşama veda ettikten sonra değil, şimdi tanımalı bu genç şairi. Yalnızca Yiğit Kerim de değil, pek çok genç şaire kendini açmalı iyi dediğimiz o büyük yayınevleri. Çünkü benim gibi eski kafalılar için iyi bir yayınevi iyi bir okuldur. Kurul murul hep hikâye, içeriden gelen, içeridekileri ve içeriyi bilen biri olarak söylüyorum bunu. Yalnız olana acımasız olanın yeri yok aramızda. Genç şairler bir araya gelmeyi öğrenince herhangi bir yayıncıya gerek de kalmayacak doğrusu.