Telefonuna gelen blip blip sesi, bugünlerde fanatikmişçesine yaptığı yoga egzersizlerinden biri olan meditasyondan onu gerçek dünyaya döndürdü. Mesaj iş yerindendi. Çin Hükümeti, 'İşler başlamalı' sinyalini vermişti. Birdenbire niye bu ülkede olduğunu anımsadı. İş! Eğer çalışmıyor olsaydı, oturum hakkı da olmayacaktı. İşini kaybettiği gün ya da sözleşmesinin bittiği günden itibaren 30 gün içinde ülkeyi terk etmesi gerekiyordu. Böyle bir mesaj geldiğine göre Ocak ayının başından beri kısıtlı ve pratikte zorunlu bir aylaklık içinde olmasına rağmen kağıt üstünde halen bir işi vardı.
Eh buna da şükür diye geçirdi içinden, son beş haftadır Çin halkıyla paylaştığı sürreal gerçekliğin üstüne bir de apar topar işten ve ülkeden atılıp, dünyanın diğer ülkelerinde de istenmeyen bir seyyah olmak yaşadıklarına tuz ve biber olabilirdi. Bugünlerde seyahat etmek, hastalık saçmak gibi görüldüğünden zorunlu bırakılmadığı sürece, dünyanın içinde bulunduğu panik geçene kadar rafa kaldırılması gereken bir şeydi. Çin halkının halen içinde yaşadığı bilim kurgu filmlerine taş çıkartan sürreal gerçeklik şimdi tüm dünya ülkelerine bulaşmıştı.
Çin, Ocak ayının başlarında sözüm ona bilim ve biyoteknoloji araştırmalarında en ileri şehirlerinden biri olan Vuhan'da baş gösteren ama aslında nereden ve nasıl başladığı konusunda dünya medyasında binbir teori üretilen ve halen ne idüğü meçhul olan bir virüs yüzünden neredeyse tüm şehirlerini karantina altına almıştı. Çin halkının uzun ve yorucu bir iş yılından sonra, dört gözle bekledikleri Çin yeni yılı dolayısıyla hak ettikleri bir haftalık tatilde planladıkları seyahatler yasaklamış ve sonrasında işler ve üretim durdurulmuştu. Hükümet böylelikle sadece kendi ekonomisini değil dünya ekonomisine de darbeyi balyoz gibi vurmuştu. Maalesef binlerce insanın meçhul bir virüs yüzünden ölmelerini ise engelleyememişti. Üstüne üstlük karantina altındaki şehirlerde on binlerce insan birbirlerine bu virüsü bulaştırmaya devam etmişlerdi.
Aradan henüz birkaç hafta geçmeden nasıl olmuşsa olmuş, yeni adıyla Kovid-19 diye adlandırılan ne idüğü belirsiz virüs, dünyanın tüm ülkelerini yaratılan spekülasyonlarla kasıp kavurmuş, dünya halklarını, Çin şehirlerindeki insanlar gibi dört duvar arasına hapsedileceği korkusu sarmıştı. Bu korkuyla insanlar marketleri boşaltıp evlerini binbir türlü erzakla doldurmuşlardı. Dahası bazı çok bilmiş uzmanların önerisine uyarak, Avrupa da Kovid-19'dan en çok etkilenen İtalya yapacağını yapmış altmış milyon insanı karantina altına almıştı.
İngiltere ise söylenenlere göre kendini haftada beş yüz bin kişinin yeni Kovid-19 enfeksiyonuna yakalanmasına ve elli bin kişinin de ölümüne hazırlıyordu. Yıllardır ambargo altında olan İran bile başı bozuk virüs'ten payına düşeni almıştı. Dünya Sağlık Örgütüne göre Kovid-19 epidemik değil pandemik olmuştu. Son haberlere göre ise Amerika kapılarını Avrupalılara kapatmıştı.
Oysa, kendini Vuhan'da gösterip tüm dünyaya yayılan gizli virüse, çare metodları ise taa ilkel çağlardan beri soğuk algınlığı hisseden herkese önerilen yöntemlerden başka bir şey değildi. 'Evde kal, dinlen, ellerini sık sık yıka, ağzına burnuna sık sık dokunma, öksürüp aksırırken beş metre öteye hedef almaktansa, ağzını burnunu kapat, öyle öksür.'
İşten böyle bir mesaj gelmesi demek, yakında dışarıya çıkması demekti. Beş hafta boyunca Çin hükümeti insanları ev hapsine mahzur tutmak dışında Kovid-19'un dünyanın en ücra köşelerine dağılmasını engelleyememiş ama hayatın akışını değiştirmişti. Otoriteler, sözde gizli virüsü kontrol altına almak amacıyla, yüksek teknolojik sistemleriyle bireylerin sadece nereye adım attıklarını değil, nasıl nefes aldıklarını bile kontrol etmeye başlamıştı. Bazı firmalar, yüz tanıma teknolojileriyle kalabalığın içinde vücut ateşi yüksek olanları ve yüz maskesini takmayanları bulup çıkaran bir sistem geliştirmişlerdi. Bazı akıllı telefon aplikasyonları kullanıcılarına, yakınlarındaki süpheli kişiler konusunda uyarı mesajları gönderiyordu. Alipay ve Wechat gibi insanların hayatlarının vazgeçilmez parçası olan akıllı telefon aplikasyonları kullanıcılarını seyahat ettikleri yerlere göre renk koduna ayırıyordu. Mavi kod her yere geçiş izni veriyor, sarı kod, şüpheli, yeşil kod ise karantina altına alınmalı sinyali gönderiyordu polise.
Kovid-19'u kontrol almak amacıyla insanların küçük gruplar oluşturması tamamen yasaklanmıştı. Geçenlerde Siçuan bölgesinde polis, yan komşuyla Çin satrancı oynayan bir eve baskın yapmıştı. Ev sahibi bir daha böyle bir şey asla yapmayacağını söyleyerek özür dilemiş ve mahallesinde küçük gruplar gördüğünde polisi hemen uyaracağını söylemişti polisin videolu çekiminde.
Genelde bu tür gelişmeleri teknolojik ilerleme diye fazla sorgulamadan kabul eden Çin halkı, şimdi ayan beyan milyonlarcasının böylesine kontrol edilmesine huzursuzluklarını sansüre rağmen sosyal medyada göstermeye başlamışlardı. 'Umarım salgın hastalık geçtiğinde, bu kontrol de sona erer' demişti telefonda arkadaşı Fang, ' Sanki her gün yirmi dört saat gözetim altındayız.' The Guardian gazetesine göre bu tür bir kontrol sistemi salgın bir virüsten daha sinsi bir şekilde sisteme yayılıyor ve çoğunluklara kabul ettiriliyordu.
Kendisinin ve tüm Çin halkının haftalar süren bir bilim-kurgu filminin içinde olduğunu düşündü. Bu filmde insanların en basit haklarının sınırlanması gizli virüsü kontrol altına almak için değildi, aksine görünmez güçlere yüzde yüz tahakküm fırsatı yaratmak içindi. Yüz de yüz tahakküm ise akıllı telefon gibi elektronik aletlerle ve iletişim teknolojileriyle tamamen ayyuka erişen yepyeni bir normallikti.
Sabah erkenden kalktı. Köpeği Bay Minik'i bahçeye tuvalet yürüyüşüne çıkardı. Bahçeye çıkar çıkmaz yüzünde maskesi olmasına rağmen, burnu ve gırtlağı içine çektiği kirli havayla acıdı. Fabrikalarda üretim başlamıştı. Koronavirüs sıkı yönetiminin en olumlu yanı hava kirliliğini temizlemesiydi.
Çin şehirlerinde yıllardan beri ilk defa temiz hava esmeye başlamış, Çin halkı gökyüzünün gerçekten mavi olduğunu kendi gözleriyle görmüş, hem buna şaşa kalmışlar hem de ev hapsine rağmen, değişik perspektiflerden gökyüzünün masmaviliğini binlerce kez sosyal medyada paylaşmışlardı. 'Mutluluk buydu işte, pencereleri ardına kadar açıp, tertemiz havayı soluyup, gökyüzünün mavisinde kendini yitirmek.'
Çabucak eve dönüp, köpeğinin yemeğini verdi ve içinde bir sıkıntıyla, kendisini son bir kez kontrol etti. Beş hafta sonra ilk defa mahallesinin dışına çıkacaktı. Çok kısa bir süre içinde değişen bir dünyaya yapacağı ilk keşif seyahatine çıkacak gibi hissediyordu. Maskesi yüzünde, pasaportu çantasındaydı. İş yerinden gelen emailde, binaya giriş olanağı veren elektronik kodu kapıdakilere göstermesi gerekiyordu. 'Umarım ateşim avlu kapısına kadar yükselmez' diye geçirdi içinden. Kışlık paltosunu çıkarıp, daha ince bir ceket giydi. Avluya çıkar çıkmaz henüz yüz metre yürümemişti ki, birden ona mahallesine giriş-çıkış izni veren yeşil kartını evde unuttuğunu anımsadı.
Bekçiler onu tanıyor olmasına rağmen, kartı olmadan asla bahçeden çıkmasına izin vermeyeceklerdi. Koşa koşa geri geldi, kartını alıp yeniden yola koyuldu. Çıkış kapısına geldiğinde, bu kez bir silah gibi alnına derece aletini dayamak yerine, bileğine dokundurarak ölçtüler ateşini. Yeşil kartı görünür bir şekilde elindeydi. Akıllı telefonundaki taksi aplikasyonu Didi'den çağırdığı taksi, telefonundaki navigasyona göre hali hazırda onu bekliyordu ama bekleyen taksinin plaka numarası Didi'ninkiyle aynı değildi. Şoför arabadan, bekleyen benim manasına elini kolunu savurarak bir şeyler söyledi. O 'nasıl sen olursun, plakan aynı değil' dedi. Ehh teknolojik kontrol o kadar da iyi çalışmıyordu demek ki. Şoför kendisinin doğru araba olduğunu kanıtlamak ister gibi telefonunu çaldırdı. Arabaya binip binmeme konusunda kararsız kaldı bir an. 'Hem insanların yüz de yüz kontrol altında tutulmalarını sorguluyorsun, hem de sadece ekmek parası için çalışan birinden şüpheleniyorsun.' dedi içinden bir ses. Taksinin arka koltuğuna geçip oturdu. Şoför hızlı hızlı Çince bir şeyler konuşmaya başladı. Büyük bir ihtimalle yanlış plakayla ilgili bir şeyler söylüyordu. 'Ok... Ok...' dedi, susacağını umarak. Şehir merkezine yaklaştıklarında, şoförü bir öksürük krizi tuttu, bir süre sonra öksürüğü öyle bir hale geldi ki, kapıyı açıp 'Hark' diye otoyola tükürdü. Çinlilerin yere tükürme alışkınlıklarını bırakmakta zorlandıklarını biliyordu ama bu adam son zamanlarda telefonuna her gün gelen 'yerlere tükürmeyin' mesajlarını da mı okumuyordu? Yanlış plakalı bir taksi ve sürekli öksüren bir şoför. Bu kadar olurdu. Şoför onun içinden geçenleri anlamıştı, arabanın tüm pencerelerini açtı ve oturduğu yerden etrafını dezenfekte etmeye başladı. Daha fazla dayanamayacaktı, Wechat'tan ödemesini yapıp indi arabadan. Didi' den hemen bir sinyal geldi. Memnun kalmış mıydı? Şoför maskesini takmış mıydı? Arabanın plakası doğru muydu? Polise ihbar edeceği bir şey var mıydı?
Şu anda bu soruları göz ardı etmişti, ama gelecek sefer nasıl davranacaktı merak etti. Ya da diğerleri bu koşullarda nasıl davranıyordu? İş yerine geldiğinde uzun bir kuyrukta buldu kendini. Vücut ateşi normaldi, pasaportundaki Şangay'a son giriş tarihi, kapıdaki güvenlik görevlilerinin elindeki bilgiyle aynıydı.
İş yerinde ise diğerleriyle, tek tek bireylere ayrılmış kabinlerine oturup, karantina altında iletişimle ilgili online bir seminere katıldı. Kahve molasında birkaç iş arkadaşı çevresinde çember oluşturdu. 'Ekonomik, her şey ekonomik' dedi biri. Diğeri 'Nüfus kontrolü için' dedi. Yanında sessizce dikilen kız arkadaşına göre ise tüm bu olanlar ilaç holdinglerinin bir fabrikasyonuydu. Başka bir ses 'bilgi kirliliği, bilinçli olarak yaratılan korku ve panik bütün bunlar' dedi. Hiçbiri ama hiçbiri son zamanlarda her an farkına vardıkları kontrol sisteminden bahsetmedi.