YERYÜZÜ KİTAPLIĞI
“İki Dakika Nefret artık doruğuna varmıştı. Goldstein’in sesi artık gerçek bir koyun melemesine dönüşmüştü, yüzü de bir an koyun suratına dönüştü. Az sonra, koyun suratı da değişime uğrayarak, ilerliyormuş gibi görünen, kocaman ve korkunç bir Avrasya askeri olup çıktı; elindeki hafif makineli tüfek cayırdıyordu, sanki ekrandan dışarı fırlayacak gibiydi, o kadar ki ön sırada oturanlardan bazıları ürkerek arkalarına yaslandılar. Ama tam o sırada düşman askerinin görüntüsü esmer, siyah bıyıklı Büyük Birader’in yüzüne dönüşünce herkes rahat bir nefes aldı; güçlü ve akıl almaz ölçüde dingin yüz o kadar büyüktü ki, nerdeyse tüm ekranı kaplıyordu. (…) Biraz sonra Büyük Birader’in yüzü yeniden silinip gitti ve Parti’nin siyah, büyük harflerle yazılı üç sloganı belirdi: SAVAŞ BARIŞTIR, ÖZGÜRLÜK KÖLELİKTİR, CAHİLLİK GÜÇTÜR.”
George Orwell, 1948’de, geleceğe ilişkin bir karabasanı kurguladığı 1984’ü yazarken, toplumun başına çöken Parti’nin temel öğretisini böyle özetlemişti. Evet, bireyselliğin yok edildiği, zihnin denetim altına alındığı, insanların makineleşmiş kitlelere dönüştürüldüğü totaliter bir dünya düzeninin sürdürülebilmesi için savaşın barış olarak, özgürlüğün de kölelik olarak görülmesi gerekiyordu, bunu sağlayacak en büyük güç ise cahillikti.
Bu yüzden olsa gerek, Konfüçyüs’ten, Sokrates’ten, Montaigne ve La Fontaine’den bu yana üstüne en çok özlü söz söylenmiş kavram “cahillik”tir belki de. Eskilerin “vecize” ya da “kelâm-ı kibar”, Batılıların “maxime” ya da “aphorisme” dediklerin bu özlü sözlerle karşılaştığımızda, önümüzde yaşamın o güne kadar hiç aklımıza gelmemiş bir boyutu açılır, konuya o güne kadar hiç öyle bakmamış olduğumuzu sezinleriz. Jean Rostand’ın dediği gibi “Bazı özlü sözler o denli benzersiz bir etki bırakır ki, insanda söylenecek başka söz kalmadığı duygusu uyandırır.” Keskin bir zekânın ürünü olan bu sözler bilgece, alaycı, yergili, asice, şaşırtıcı, bazen de bozguncu, yerle bir edici yorumlar getirirken, yaşamın, toplumun, doğanın, var olmanın özünü değişik açılardan ve yönlerden kıskıvrak yakalar, insanı kimileyin afallatır, bazen şöyle bir gülümsetir, kimi zaman da derin derin düşündürür.
Ferit Edgü son yıllarda “cahil” üstüne aforizmalar yazıyor (Cahil, Ferit Edgü, Everest Yayınları). “Cahillerin sayısı arttıkça aforizmaların sayısı da artıyor.” Aforizmaların sayısı arttıkça da “cahil” kıskıvrak yakalanıyor, yalnızca toplumumuzun siyasal ve kültürel yaşamının hemen her kesiminde boy gösteren “cahiller” değil, evrensel özellikleriyle “cahil” de yakayı ele veriyor. Ama yine de temkinli olmak gerekiyor, çünkü “Aptal, salak, gerzek, cahil… Tüm bunlar yakın akrabadırlar. Bunların en yaygını, en tehlikelisi cahillerdir. Çünkü o her şeyi bilir. Doğduğunda, hattâ doğmadan önce her şeyi öğrenmiştir. Bu anlamda Tanrı’nın seçkin kuludur. Yoluna çıkmaya gelmez, sizi ezer geçer.”
Edgü’nün Cahil’indeki en sevdiğim aforizmalardan biri de, “Cahillerin çoğunlukta olduğu yerde ârif saklanır. Ârifin çoğunlukta olduğu yerde —böyle bir yer yoktur— cahiller saklanır.” Düşünüyorum da, memleketimizin saklanmaya hiç gerek duymayan tüm cahilleri —olmaz ya— yahu bir bakalım diye Edgü’nün kitabını almaya kalksalar, Cahil yok satar herhalde...
Geçenlerde Edgü’nün “Cahiller”i, Kıraathane İstanbul Edebiyat Evi’nde Elvin Eroğlu ve Burak Fidan’ın küratörlüğünde, Pelin Sidar Genç’in tasarımıyla Ercan Arslan’ın “Cahiller”iyle buluştu.
Bakıyorum, Edgü’nün “kâğıt üstüne mürekkep” sözleri, Arslan’ın büyülü dokunuşlarıyla “kâğıt üstüne mürekkep, akrilik, yağlıboya” imgelere dönüşmüş. Gerçi aralarında bir uyum da yok, bir karşıtlık da; ikisi kuşkusuz birbirinden bağımsız yapıtlar. Söz ve imge! Edgü “cahil” üstüne uzgörülü düşüncelerini kâğıda dökerken, Arslan hayaline üşüşen karabasanları “cahil” portrelerine dönüştürmüş. Arslan’ın kimi zaman insansı, kimi zaman hayvansı yanı ağır basan suretleri birbirine karışarak acayip, yabansı, ibretin kudreti yaratıklar doğuruyor. Ama sergiyi gezerken, sözlerdeki “cahiller” ile imgelerdeki “cahiller” giderek birbirlerinden ayırt edilmez oluyor; sözler imgelere, imgeler sözlere dönüşüyor…
Sergi 14 Ocak’a kadar açık. Bence bütün cahiller toplanıp bu sergiye gitmeli, bu fırsatı kaçırmamalı. Kıraathane’nin odalarında dolaşırken karşılarına çıkan sözler ve resimler onlara ayna tutacak, o aynalarda gerçek ve düşsel yüzlerini ve gövdelerini görecekler. Az şey mi?
Ben gördüm!..