Kendi deyimiyle tesadüfen mühendis, tesadüfen de ekonomist oluyor. 1998'de dünyanın en iyi finans okullarından biri olan Wharton Okulu'nda akademisyen olarak çalışmaya başlıyor ve Wharton School Harris Family Alternatif Yatırımlar Programı'nı kuruyor. Okulun özel sermaye, girişim sermayesi, serbest fon, şirket iflası, sorunlu varlık yatırımları, kurumsal yönetim, hissedar hakları ve altyapı finansmanı konularında eğitim ve araştırma faaliyetlerini yönetiyor.
Bu hafta İstanbul'dayız. Konuğumuz ekonomist, akademisyen, makaleleri Econometrica, American Economic Review ve Journal of Political Economy gibi dünyanın en iyi akademik dergilerinde yayımlanan, İyi Parti Ekonomi Politikaları Başkanı Prof. Dr. Bilge Yılmaz. Yılmaz, geçtiğimiz haftalarda bir haber kanalında gençlerin çaresizliğini konuşurken döktüğü gözyaşları ile ülke gündemine oturdu. Kendisiyle Türkiye'nin ekonomik sorunlarını ve çözüm önerilerini konuştuk.
- Sizi kısaca tanıyalım mı hocam?
Annem ressam. Anadolu'daki güzel sanatlar galerilerini kurmakla görevlendiriliyor. Erzurum'da matematik öğretmeni olan babamla tanışıyor ve evleniyorlar. Görevleri nedeniyle çocukluğum Türkiye'nin birçok farklı ilinde geçti; Balıkesir, Diyarbakır, Ankara, İstanbul... Ortaokul ve liseyi İstanbul'da Anadolu Lisesi'nde okudum. "Puanı en yüksek bölüm" diye Boğaziçi Üniversitesi Elektrik-Elektronik Mühendisliği'ne girdim. Üstüne fizik alanında çift anadal yaparken iktisat hocam Prof. Dr. Murat Sertel'in etkisiyle ekonomiye yöneldim. İktisat alanında yüksek lisansımı ve Princeton Üniversitesi'nde doktoramı yaptım. Son sınıfta 17 yıl önce yazılmış önemli bir makaleyi okurken, orada bir hata fark ettim. Onu araştırıp, düzelteyim derken önümde başka bir yol açıldı. Bir anda kendimi finans bölümlerinin ilgi alanında buldum. Wharton beni işe aldı. Hayatımda hiç finans dersi almadan finans bölümüne hoca oldum. Arada bir sene Stanford'da hocalık yaptım ama ailevi nedenlerle 2009'da Wharton'a geri döndüm, Alternatif Yatırımlar Programı'nı kurdum ve başına geçtim. 13 yıldır da Wharton'dayım. Şu anda Wharton finans öğrencilerinin yarısı bu alanı seçiyor. Aynı zamanda finansal danışmanlık hizmeti verdiğim bir şirketim var.
- Küçükken hayaliniz ne olmaktı?
Futbolcu! 1981'de Galatasaray'da alt yapıya seçilmiştim. Antrenörümüz hafta içi Florya'da antrenman zorunluluğu koyunca, okulumdan ötürü gidemedim ve takımdan atıldım. Futbolcu olma hayalim mühendislik okuyup, ekonomist ve akademisyen olmakla sonuçlandı. Az gelişmiş ülkelerdeki çocukların kaderidir, hayatları biraz rastlantılar sonucu ilerler.
- Gençlerin hayatına dokunmayı seviyorsunuz. Anlatır mısınız?
Evet. Akademisyenliğin en güzel ve heyecanlı kısmı bu. Bundan 5 sene önce gönüllü çalışmalara da başladım. Finans sektöründe, özel sermaye, serbest fon yönetimi gibi çok para kazanılan iş alanlarında kadınların olmamasından rahatsızdım. Bir arkadaşım "Girls Who Invest (Yatırım Yapan Kızlar)" diye bir dernek kurmuştu. Diğer okullarda okuyan kızları yazları Wharton'a getirip bu alanlarda eğitmeye başladım. Arkadaşım da kızları mezun olduklarında staja sokmaya başladı. Staj onlara en iyi iş kapılarını açtı. Finans sektöründeki en çok para kazanılan işlerdeki kadın sayısını artırmak beni çok mutlu etti. Bu alanlarda çalışmak sadece iş değil, güç de getiriyor.
- Covid döneminde oğlunuzla birlikte Türkiye'yi gezmişsiniz.
24 yaşına kadar Türkiye'de yaşadım. Sonrasında da bir ekonomist olarak gelişmeleri hep takip ettim, "Türkiye için ne yapabilirim" diye ekonomist arkadaşlarımla kafa yordum. Pandemi döneminde işler durunca, Türkiye'yi bizzat gözlemlemek istedim. 2021 Mart'ında oğlumla aşılarımızı olduk, geldik, bir araba kiralayıp gezmeye başladık. Türkiye'nin otoyollar açısından falan çok geliştiğini ama halkın çok fakirleştiğini, gelir dağılımında çok büyük bozukluk olduğunu gördük. O fakirlik, mutsuzluk, umutsuzluk, insanların gerginliği tokat gibi suratımıza çarptı. Türkiye böyle bir yer değildi.
- Gençliğinizdeki Türkiye ile nasıl farklar gördünüz?
Benim çocukluğumda büyük şehirlere bile elektronik eşyaydı, renkli televizyondu çok geç gelmişti. Birinin renkli televizyonu olur, bütün çocuklar kapıyı çalar orada televizyon izlerdi. Bu tür imkânlar kısıtlıydı, ama insanlar mutluydu, yiyecek sorunu yoktu, insanların karnı toktu, ekonomik güven sorunu yoktu. Kuvvetli bir orta sınıf vardı. 70'ler, 80'lerden bahsediyorum. Ben iki memur çocuğuyum. Annemin babamın hiçbir zaman "Biz bu çocukları besleyebilecek miyiz?" kaygısı olmadı. İstanbul'a dönünce kendi kendime dedim ki "Ben Amerika'da kızlara yardım ediyorum, iyi güzel. Ama burası benim ülkem ve burada 84 milyon insan var." Fark yaratabileceğimi düşündüm. Oğlum Amerika'ya döndü, ben kaldım ve çok iyi ekonomistlerden oluşan bir danışman ekibi kurup çalışmaya başladım.
- Sonra?
Bu çalışmaları muhalif partilere sunmak istedim. O ara Meral Hanım da bana ulaşmaya çalışıyormuş. İlk toplantımızda toplantıyı kimin talep ettiği belirsizdi. Üç partiyle görüştüm. Herhangi bir partiye girmeyeceğimizi, aday olmayacağımızı, amacımızın çok iyi teknokrat kadromuzla yardım etmek olduğunu özellikle belirttim. Türkiye'nin tarihinde gördüğü en iyi ekonomik kadro bu. Sonradan uzaktan yardım ederek seçim kazanılamayacağını anladım, müdahil olmak gerekiyordu. Meral Hanım çok dürüst bir insan, liyakata önem veriyor ve çalışılması kolay bir lider. Aralık'ta İyi Parti Ekonomi Politikaları Başkanı olarak ekibimle birlikte göreve başladım. Beklenmedik şekilde de politikacı oldum. Amerika'daki hocalık kariyerime ara verdim, özel şirketimin işlerini sonlandırdım. Türkiye'ye geri döndüm.
- Parlak bir kariyeriniz var. Siyasetin sizi tüketeceğini hiç düşünmediniz mi?
Siyaset zor bir alan, haklısınız. Ben Amerika'ya iki bavulla gittim. Dünyanın en rekabetçi ülkelerinden birinde, müslüman ülkeden çıkmış, İngilizcesi ana dili olmayan bir genç olarak, bir azınlık olarak yükseldim, en iyi yerlere geldim. Bu bir tesadüf değil. Strateji gerektiriyor. 84 milyonun hayatında fark yaratma ihtimali beni heyecanlandırıyor. Artık belli bir yaşa geldim. Ne yapıp yapamayacağımı biliyorum. Başarılı olacağımı düşünmesem siyasete girerek zamanımı harcamazdım.
- Bir akademisyen olarak size göre ekonomide acil müdahale gerektiren en temel sorunlar ne?
İlk olarak hayat pahalılığı ve enflasyon. Fiyatlar artıyor, dar gelirlilerin ücretleri artmıyor. Kur korumalı mevduat fakirden alıp zengine veriyor. Devlet vergi toplayıp mevduat sahibi sınırlı sayıdaki insana o paranın farkını ödüyor. Yoksullar daha yoksullaşıyor. Zenginler daha zenginleşiyor. Merkez Bankası, bankaları düşük faizden fonluyor. O bankalar dönüp, hazineye yüksek faizden borç veriyor. Yani devletten aldığı borcu, devlete satarken para kazanıyor. Aynı zamanda bu parayı zenginlere yüzde 20-25 faizle borç olarak veriyorlar. Enflasyon yüzde 70 olunca, yüzde 20-25 faiz hiçbir şey, zenginler yine kazanıyor. Enflasyonu bir yıl içinde tek haneli rakamlara indiririz. Sanılanın aksine bu kolay çözülebilecek bir konu
- Başka?
Türkiye çok aşırı borçlu bir ülke olma yolunda ilerliyor. Nedeni de 2018'den sonra TL yerine yabancı para biriminden borç alınması. O noktadan sonra dolar artmaya başladı. Bu kontrol altına alınması biraz daha zaman alacak bir konu. Diğer bir konu hukukun üstünlüğünün olmaması, yargının çalışmaması, denetim yapılamaması. Devlet garantisi vermek sadece hazineye has bir şey olmalıyken her bakanlığa dağılmış durumda. Sağlık Bakanlığı hastane yaptırıyor, Ulaştırma Bakanlığı yol yaptırıyor vs. Yap-işlet-devlet yöntemiyle, 1'e yapılacak bir iş 3'e yapılıyor, devlet 6 ödüyor. Devlet eliyle birileri zengin ediliyor. Varlık Fonu'nun lav edilmesi, İşsizlik Fonu'nun eski işlevine dönmesi gerek. Hukukun çalışması lazım ki yabancı hatta yerli yatırımcıları ülkeye çekelim. İhracata yönelik teknoloji transferi getirecek yatırımları ülkeye çekeceğiz. Türkiye'nin doğru bir şekilde sanayileşmesini ve teknoloji basamaklarını hızla tırmanmasını sağlayacağız. Cari açık problemi ancak böyle çözülür.
- Başka?
Türkiye'de dolar sıkıntısı var, bu nedenle Türkiye sürekli dışarıdan para bulmaya çalışıyor. Bir yöntem yabancılara ev satmak. Bu nedenle konut fiyatları artıyor. Piyasada az olan şey bir anda değerleniyor. Enflasyon beklentisi yüksek olduğu için insanlar yatırımlarını finansal enstrümanlar yerine eve, altına kaydırıyor. Ayrıca yanlış vergilendirme var. ÖTV nedeniyle, Amerika'da 36 bin dolar olan orta sınıfın aldığı bir araba, Türkiye'de 110 bin dolara satılıyor. Türkiye'de nüfusun yüzde 60'ı asgari ücret alıyor. Yani medyan gelir 4 bin 250 TL. En üst düzey çalışanın maaşı bile bu baz alınarak belirleniyor. Şu an 4 bin 250 TL'ye İstanbul'da 1+1 ev kiralayamıyorsunuz. Bu mantıkta, iki eviniz olsun, çocuklarınız okumasa da olur. İki evden toplanan kira, çocukların kazanacağından fazla. Türkiye'de en iyi okullardan mezun olan bir genç ancak 20-30 yıl çalışıp, orta halli bir Amerikalı'nın alabileceği bir arabayı alabiliyor. Emeği ile çalışan insanın hayat standartını koruması mümkün değil. Gençler için çok umutsuz bir durum.
- Ben de tam TV'de gençler için döktüğünüz gözyaşlarına gelmek istiyordum. Bir anda sizi tüm Türkiye tanıdı.
O şekilde tanınmak ister miydim, bilmiyorum. Gençlerin yüzde 44'ü geleceklerinden umutsuz, arkalarına bakmadan ülkeden kaçıyor. Reklam arasında o videoyu seyrediyorduk. Felaket bir durum. Bugün gencecik bir insan 10 dakika sonra sildiği halde attığı tweetten tutuklanıyor. Benim de o yaşta oğlum var. Özgürlük yok. Gelecek umudu yok. Bunlar bizim çocuklarımız. İster istemez gözlerim doldu, sesim titredi. Ağlamakta utanılacak bir şey yok ama ben kolay gözleri dolan bir insan değilim. Türkiye'yi şehir şehir geziyorum, insanlar fiziksel olarak aç. Yağsız çorba yediriyorlar çocuklarına... Sosyal devlet politikaları çok hızlı devreye girmek zorunda. Çocuklarını besleyemeyen, eğitemeyen bir ülke kalkınamaz.
- Eğitime gelmek istiyorum.
Türkiye'de tüm kurumların içi boşaltıldı. Üniversiteler de bundan nasibini aldı. Türkiye'deki üniversitelerin toplam bütçesi 4 milyar dolar, Stanford'un 7 milyar dolar, hocalık yaptığım için biliyorum. Stanford'ın yaptığı bilimsel araştırmayı ülke üniversitelerin toplamında yapamıyoruz. Çocuklar hak ettikleri eğitimi alamadıkları için iş bulamıyorlar. Türkiye'deki moto kuryelerin yarısı üniversite mezunu. Moto kurye olmak için üniversite okumaya gerek yok. Doktorlar çok az paralara, çok büyük emekler harcıyorlar. Yarın öbür gün ihtiyacımız olduğunda nitelikli doktor bulamayacağız ülkede. Benim de mezun olduğum Boğaziçi Üniversitesi iyi eğitim veren son kalelerden biri. Oraya da yüklendiler. Ne yapsın bu gençler? İş bulsalar 4 bin 253 TL. Nasıl geçinecekler? Gidiyorlar diye suçlayamıyorum. Onların gitme nedeni, benim dönme nedenim. Gençlerin hayatında fark yaratmayı ilke edinmiş bir hoca olarak en çok da bu durumu değiştirmek istiyorum. Geçtiğimiz Cuma, gittim Boğaziçili gençlerle direnişlerine katıldım, onlara destek verdim. Onlara da söyledim "İlk ağır yenilgiyi burada aldılar. Çok iyi savaşıyorsunuz. Dayanın 12 ay kaldı, her şey düzelecek."
- Üniversite öncesi eğitimde durum ne?
İş anaokulundan başlıyor. Okul öncesi verilen kaliteli bir eğitim çocuğun zekasını geliştiriyor. Ayrıca kadınların iş gücüne katılımını sağlıyor. Kadınların iş gücüne kısıtlı katılımı başlı başına kalkınmaya engel. Bakın, bu ülke beni Anadolu Lisesi'nde sonra Devlet Üniversitesi'nde okuttu, uluslarası eğitim verdi. O zaman adil bir sistem vardı. Biz Cumhuriyet'in bize sağladığı eğitimi bizden sonraki jenerasyona veremedik. Bu, bizim neslimizin ortak kabahati. İnsanlar sisteme güven duymayınca çabalamayı da bırakıyorlar. Bugün paran yoksa Türkiye'de iyi eğitim alman mümkün değil. Son 20 yılda eğitim epey örselendi. Bu nedenle bahsettiğimiz konuların içinde en uzun süreli çözülecek olan eğitim kurumlarının yeniden yapılandırılması. Arkadaşlarımla bunu düzeltmek, eğitimde fırsat eşitliği sağlayarak Türkiye'nin önünü açmak için döndüm.
- Umut var, o halde.
Türkiye'nin geleceği parlak. Eğitimden sanayiye her alanda doğru politikalar uygulanırsa, toparlanır. Giden gençler geri gelir. Bazısı 15-20 yıl kalır. Öğrendikleriyle döner, ülkeye daha da çok katkıda bulunur. Yeter ki dönebilecekleri ortamı yaratalım. Umut olsun, özgürlük olsun. Tabii her iki gençten biri gidiyorsa bu problem. Bunu düzeltmek lazım. Amacımız eleştirmek değil. Amacımız çözümleri hızla hayata geçirmek. Türkiye'nin çok az bir zamanı kaldı. Ondan sonra Türkiye'nin demografik yapısı da bozulacak. Şu nesli iyi eğitemezsek, üretken olamayacaklar, sonra ülke yaşlanmaya başlayacak. Türkiye'nin bir neslini daha kaybetmeye tahammülü yok. Bir nesil 15 yıldır eğitimde, süreyi oradan hesaplayın. Sürekli nüfusu artan genç bir toplum sürdürülebilir değil. Bir ülkenin besleyebileceği nüfus belli.