Ece Temelkuran'ın "Bir Ülke Nasıl Kaybedilir: Demokrasiden Diktatörlüğe 7 Adım" kitabını satın almamla, okuyup bitirmem ve kendisine "Üzerinde konuşabilir miyiz?" diye mesaj atmam bir oldu.
Temelkuran geçtiğimiz yıl yayımlanan kitabında popülist liderlerin politik ve sosyal düzeni ele geçirerek, ondan nasıl otoriter devletler yarattıklarını, yönettikleri ülkelerde zaman içinde demokrasi, insan hakları, basın özgürlüğü gibi kavramların nasıl kaybedildiğini anlatıyor.
Türkiye'de başlayan hareketin batıya doğru ilerlediğini ve Amerika, İngiltere gibi ülkelerin Türkiye'de yaşanılanlardan ders çıkarması gerektiğini söylüyor.
Bunun için de adeta "Diktatörlüğün El Kitabı"nı yazıyor.
Seçimlere aylar kala, geçtiğimiz yıl yayımlanan bu kitap Amerikan medyasının da gündeminde... Amerikan halkının Trump seçilmeden önce "Burada olmaz" dediği her şeyin son üç yılda nasıl tek tek gerçekleştiğini bütün dünya birlikte izledik.
"Ülkelerimiz farklı olabilir ama demokrasimizi benzer şekilde kaybedebiliriz" diyen ve 2016 sonbaharından bu yana Zagreb'de yaşayan Temelkuran'la hem bu kitabı hem de Mart 2021'de çıkacak olan kitabı "HEPBERABER: Daha İyi Bir Şimdi İçin 10 Seçenek" üzerine söyleştik.
- Bu kitabı yazma nedeniniz?
Yaşadığım yerden, yani Avrupa'nın kıyısından, insan hem Türkiye'yi hem de Batı'yı görebiliyor. Gördüğüm şeyi anlatmak istedim: Otoriter rejimler ve beraberlerinde getirdikleri politik, ahlaki ve duygusal çürüme Türkiye'ye has bir hastalık değil; bu küresel bir sorun. Demokrasinin küresel krizi, birbirlerinden çok farklı olsalar bile, her ülkede tek bir şablon üzerinden işliyor. Bunu görüp anlatmamak ahlaki bir hata olurdu. Ayrıca Türkiye'deki demokratik güçler bakımından şunun farkına varılmasını da istedim: "Biz demokrasimizi korumak için çok çabaladık." Yani, biz Türkiyeliler olarak ahmak değildik, sorun baş edilemezdi.
Dünyadaki demokratik, ilerici güçlere de şunu söylemek istedim: Bizim yaptığımız hataları yapmamalısınız. Aramızdan kimilerinin yaşadığı kafa karışıklığını ve zaman kaybını önlemek istedim. Zira, Batı'da da "Yetmez ama evet"çiler yok değil!
- Hangi ülkeler benzer süreçlerden geçiyor? Liste her geçen gün uzuyor galiba...
Brezilya'dan Hindistan'a, Amerika'dan İngiltere'ye, Macaristan'dan Avusturalya'ya birçok ülke bu listeye maalesef eklendi. Bunun birkaç önemli nedeni var. Birincisi, demokrasi ve hukuk kurumlarına duydukları 'fazla' güven. Zannediyorlar ki kurumlar bu küresel siyasi çılgınlığa bağışıklığı olan, sarsılmaz yapılar. İkincisi, bu siyasi karmaşayı demokrasinin büyük bir krizi olarak görmüyorlar, bu krizi kapitalizmin büyük krizine bağlamakta isteksizler. Çünkü o zaman işler karışacak ve sosyal adaletsiz bir demokrasinin zaten yok olmaya mahkûm olduğunu konuşmak zorunda kalacaklar. Beni özellikle ilgilendiren bir mesele de eğitimli ve entelektüel kesimin bu siyasal krize yaklaşımındaki tereddüdü. Türkiye'de bu sebeple çok vakit ve enerji kaybedildiğini biliyoruz.
- Eğitimli ve entelektüel kesimin tereddüt etmesindeki neden ne sizce? Ve ne yapmalılar?
Bunu söylemek biraz komik geliyor ama entelektüel kesimin yanılgılarının nedeni -dünya geneli için söylüyorum bunu- okumuş yazmışların bazen zamanın ruhundan -ya da politik modasından mı demeli?- fazla etkilenmeleri. Entelektüel çevre dediğimiz şey sonuçta insanlardan oluşuyor, bu bir çevre. Ve bu çevre tarafından kabul edilmemenin, dışlanmanın tehditkâr bir tarafı vardır. Bu tehdide aldırmamak öyle kolay bir şey değil. Entelektüel çevre -bütün dünya ve tarih boyunca geçerli bu- coğrafi sınırı olan da bir kavram. Bizim için bu çevre İstanbul'da, hatta İstanbul'un belli mahallelerinde oluşur. New York gibi, Londra gibi İstanbul da "yıldızlarını yaratır". Nahid Sırrı Örik'in sevdiğim bir cümlesidir, "Yıldızı halk değil, İstanbul yaratır."
Her ülkenin kendi Ankara'sı ve İzmir'i vardır, dinlenmezler pek. "Ne düşünüleceğini" her ülkenin kendi İstanbul'u belirler ve İstanbullar'ın yanılması son derece normaldir.
- İngilizce yazma nedeninizi kitabın daha geniş kitlelere ulaşması ve Türkçe'nin daha duygusal bir dil olması olarak açıklamıştınız. Ancak bir yılda kitap 12 dile çevrildi ve bunların arasında Türkçe yok. Nasıl hissediyorsunuz?
Türkçe özellikle son yıllarda çok fazla politik duyguyla yüklendi. Her bir sözcük yüklü birer koda, aidiyetinize işaret eden bir şifreye dönüştü. Dilimiz, toplumsal konsensusların yok olması ve aşırı politizasyon sebebiyle mayınlı bir arazi şu anda.
Sosyal medyada yaşanan "Bunun dedin ama niye şu konuda sustun" histerisi ve insanların sürekli kendini açıklamak zorunda bırakılması, bu gündelik faşizm, Türkçeyi sandığımızdan daha fazla zorluyor. İngilizce yazınca sadece başka bir kelime haznesiyle yazmıyorsunuz, başka bir perspektiften de bakıyorsunuz yaşadığınız gerçeklere.
Türkçenin maalesef içine sokulduğu o cendereden çıkıp, Türkiye'nin hikâyesini bu hikâyeyi hiç bilmeyenlere anlatıyorsunuz. Bu hem ağır bir ahlaki sorumluluk, hem de politik bir sınav. Benim için öyleydi.
Kitabı basmak isteyen yayıncılar oldu. Buradan hepsine tek tek teşekkür edeyim önce. Bu yayıncıların tek başına sorumluluk almalarındansa kolektif bir hareket olarak kitabı basmalarını teklif etmeyi düşündüm. Düşünüyorum hâlâ.
- Popülist liderlerin hepsi iktidara gelirken "Gerçek halk biziz" dedi. Kim bu gerçek halk. Geri kalanlar gerçek olmayan halk mı?
'Gerçek halk' kavramı ilgili temel mesele şu: Ölçütü muktedirin politik ihtiyaçlarına göre değişiyor. Ve muhalefet bu sürekli değişimi takip etmek zorunda kalıp imkansız bir ispat oyununun içine çekiliyor: "Biz de gerçek halkız!" Türkiye'de "gerçek halk- beyaz Türk" karşıtlığı ilk piyasaya sürüldüğünde ölçüt, "gerçek demokrasi yanlısı olmak" olarak belirlendi. Sonra dindar olmak bir ölçüte dönüştü. Ama sonunda görüldü ki gerçek halk olmak, birinci sınıf vatandaş olmak için tek bir ölçüt var: İtaat!
- İtaat etmeyenlerin duygusallaşarak "Biz de gerçek halkız" diyerek sosyal medyada öfkeli mesajlar atmasının politik bir eylem olmadığını söylüyorsunuz. Politik aksiyon nasıl alınır?
Bu küresel bir sorun. Yaşanan küresel politik çılgınlık içinde insanlar doğal olarak duygusal tepkiler vermeye başlıyor ve ve bu duygusal tepkiler birer politik aksiyon zannediliyor. Politik olarak hiçbir sonucu olmayan duygusal infialler ve bu infiallerle yaşanan politik tartışmalar anlamsız bir kutuplaşmayı körüklemekten başka bir şeye yaramıyor. Politik aksiyon nasıl alınır sorusunun tek bir cevabı var: Örgütlenerek.
Bugün Türkiye'de kadın mücadelesinde veya Batı'da siyahların mücadelesinde gördüğümüz gibi politik sonuca ulaşmanın tek bir yolu var, o da örgütlenmek.
- Günümüzde yaşanılan çaresizliğin en büyük nedenlerinden biri 80'ler kuşağının apolitize edilmesi olabilir mi?
Bugünün çamurlarını her anlamda 80'lerde politik seller getirdi elbette. Ama bugünkü apolitikliğin sebebi baskı değil, genel isteksizlik ve inançsızlık. Yeni Sol Ekonomistler topluluğunun raporlarını okurken dikkatimi çekti yakın zamanda. İnsanların politik isteksizliği için ne yapacaklarını konuşuyorlar. Biraz traji-komik bir durum. Çünkü kapitalizm ilk kez "Yeni fikirlere ihtiyaç var" diyor ve bu sefer ilericiler ekonomiyi demokratikleştirebileceklerine 70'lerdeki gibi inanmıyorlar. Ben zamanın ruhundaki en büyük problemin insan türüne yitirilen inanç olduğunu düşünüyorum. Durup dururken yitmedi elbette bu inanç ama şimdi mesele bunun nasıl olduğu değil, bu inancın nasıl tedavi edileceği.
- Nasıl tedavi edilebileceğini yeni kitabınız "HEPBERABER: Daha İyi Bir Şimdi İçin 10 Seçenek"de yazdınız değil mi?
Evet. 10 büyük sözcük seçtim: Sevgi, inanç, onur, öfke, ekonomi gibi... Bu on sözcük üzerinden yeni dünyanın söylemini geliştirmeye çalıştım. Kitabın isminden de anlaşılacağı gibi evrensel bir yeni siyasi ahlak, siyaset ve ekonomi nasıl kurulabilir bunu düşünüyorum kitapta. Belki de dünyayı ve insanı yeniden kazanmanın yolunu buluruz, kim bilir.
Kitap şimdilik Almanya, Fransa, İspanya, İtalya ve Amerika'da yayımlanacak ama bütün bunlardan beni daha mutlu eden şey bu sefer Türkiye'de de yayımlanacak olması.
- İnsanlar nerede yanıldı sizce?
En başta. Gerçek halk hareketi meselesi gündeme geldiğinde, "Bi dakka!" demeliler ve kazanması imkansız politik oyuna gelmemelilerdi.
- "Amerika büyük bir Türkiye oluyor" diyorsunuz bir röportajınızda. Açıklar mısınız?
50 ve 60'lar Sağ'ının meşhur sloganıydı, "Türkiye küçük Amerika olacak". Şimdi tam tersi oluyor. Biz Türkiye'de 2007'den beri ne yaşadıysak, sanki hızlandırılmış bir film gibi, aynı şeyleri yaşıyorlar. İşin kötü tarafı Amerikan yerleşik muhalefeti de Türkiye'dekiyle benzer tepkiler veriyor. Bu tepki, merkezi daha da sağa çekmek. Üstelik Bernie Sanders gibi insanları politik olarak ayağa kaldırmış bir seçenek varken, bu seçenekten ürküp yine yerleşik düzenden medet umuyorlar.
- Trump'ın yine kazanacağını düşünüyorsunuz değil mi?
Kazanabileceğini düşünüyorum, evet. Aldığı destek azalıyor ama artık seçimlerin adil olduğunu söyleyebilir miyiz? Sadece seçim yolsuzluğundan söz etmiyorum. Yeni iletişim olanaklarını siyasi faydalar için manipüle etmek bu kadar mümkünken adil bir demokratik seçimden söz edebilir miyiz? Elbette iletişimin bir aday için manipüle edilmesi yeni bir şey değil. Bu Amerika'da ilk kez Kennedy için yapılmıştı. İlk kez "Bize oy kazandıracak söylem nedir?" araştırması yapılıp seçim propagandasının sayısal yöntemlerle belirlenmesi o dönemdir. Ama bu sefer bilmediğimiz, tam olarak kontrol edemediğimiz bir iletişim makinesi var elimizde. Demokrasinin küresel sorunlarından biri de bu zaten.
Son günlerde Avustralya, El Salvador, Hindistan ve Meksika'dan çok geri bildirim alıyorum. Hindistan'da muhalefetin liderlerinden biri parlamentoda kitaptaki yedi adımı saydı konuşmasında ve "Biz bunu yaşıyoruz" dedi mesela. Güzel bir duygu bu. Her sabah farklı ülkelerden farklı dillerde yorumlar okumak insana yazdığı şeyin işe yaradığı duygusunu yaşatıyor.
- Kitapta dünya ülkeleri birleşip dayanışma içinde sorunu çözmeli diyorsunuz ama nasıl olacak bu? Yine tek çözüm halkın örgütlenmesi mi?
Evet. Örgütlenmek yine de tek seçenek. Bu dönemde sadece İngiltere'de 4000'i aşkın yerel dayanışma ağı kuruldu. Amerika'da daha da fazla. Türkiye'de de benzer dayanışma ağları var. Şu anda olan şey bana sorarsanız şu: İnsanlar bir yeraltı ekonomisi kuruyor. Devletten ve serbest ekonomi piyasasından bağımsız küçük ağlar. Bu ağların yakın zamanda politik sonuçlarını, güzel sonuçlarını göreceğimizi düşünüyorum ben.
Uluslararası düzeyde de halkların birbiriyle konuşmak ve dayanışmak için yeni örgütlenmeler kuracağını, var olan uluslararası kurumsal örgütlerin işlevsizliğine bir tepki olarak beraber davranmaya çalışacaklarını tahmin ediyorum. Bu girişimlerden biri benim de danışma kurulunda olduğum "İlerici Enternasyonel". Ama bunun gibi ve daha güçlü örgütlenmelerin ortaya çıkacağını tahmin ediyorum.
- O zaman ümit var, diyelim.
Var. Çünkü tarihin hızlandığı bir zamandan geçiyoruz.