Uzun zaman sonra Twitter'a aktif olarak geri dönmemin tek nedeni burada yazdığım yazıları paylaşmaktı. Açıkçası Twitter'ın saldırgan, herkesin birbirine sataşmak için fırsat kolladığı ortamı beni tweet atmaktan soğutmuştu. Bir gün yine efendi gibi yazımı paylaşıp, gazeteci dostlarımın attığı tweet'lere bir göz atıp çekilecekken, onu fark ettim ve kahkahalar atmaya başladım.
Önümdeki tweet'te şu yazıyordu: "Turks are born impatient. It's in the DNA. That's why they put yogurt on everything so that they can eat hot food immediately without waiting for it to cool down."*
Benim bir kitap boyunca yazmaya çalıştığım Kanadalılaşamama öykümü Jared Wall denen bir adam 140 karakterle özetlemişti. Olay buydu. Rizottoya bile yoğurt döken bir milletin ferdi olarak Kanada'nın yavaşlığına alışamayacağımı, banka sıralarında saçlarımı ağartacağımı kabullenmeliydim. Böyle doğmuştum. Onun diliyle impatientlık (sabırsızlık) alnımın yazısıydı. Merakla tweet'lerin gerisini okumaya başlıyorum.
Birisi "Instagram mı, Twitter mı?" diye sormuş. "We are the dogs of twitter. (Twitter'ın köpekleriyiz)" yazmış. Bunu okuyan Amerikalı, ne demek istediğini anlamaz. Çünkü bir şeylerin köpeği olmak, Türkçe'de geçen bir ifade şekli. Adam Türkçe ifadesi olan şeyleri İngilizce, İngilizce olanları Türkçe yazıyor, iki dili ustalıkla karıştırıyor, bunu yaparken de ortaya şahane bir mizah çıkıyor. Okumaya devam ediyorum.
"My flat is getting cold, so I think my alt and üst komşu are kissing their kombis at night. Lan those of us who haven't turned on our kombis yet are cold here. Don't be so selfish."
"Oliver Queen spent 5 years in hell and became a superhero. I spent 5 years in Bağcılar and just got a travma sonrası stres bozukluğu!"
Vallahi, kendimi durduramıyorum, gurbet psikolojisiyle kitap okur gibi geriye doğru giderek neredeyse bütün tweet'lerini okuyorum. Çoğu zaman sesli kahkahalar atıyorum, bazı yerlerde özellikle Atatürk'le ilgili olan tweet'lerinde gözlerim doluyor.
Kimdi bu Jared Wall? Türkçe kelimeleri nasıl bu kadar yerinde ve ustalıkla kullanarak İngilizce cümlelerin içine yediriyordu. Amerikalı mıydı, Türk müydü, yarı Türk müydü, hatta belki de İngiliz'di.
Jared Wall gerçek ismi miydi yoksa takma mı? Türkiye'yi nasıl bu kadar iyi tanıyordu? Nasıl memleket ve onun deyimiyle kar kadar temiz ve saf insanları hakkında bu kadar şahane gözlemleri vardı? Yolu Türkiye'ye nasıl düşmüştü?
"Deli sorular in my head (kafamda)" derken buluyorum kendimi. Uzun süre onun tweetlerini okuyunca, Twitter ahalisinin Turklish ismini taktığı böyle yarı İngilizce, yarı Türkçe komik bir dilde düşünmeye başlıyor insan.
Kısa bir Google aramasından sonra kendisinin Türkiye'de yaşayan, Amerikalı bir İngilizce öğretmeni olduğunu öğreniyor ve Twitter'dan kendisine ulaşıyorum. "Jared Kardeş, Herkes gitmiş Mersin'e sen gitmişsin tersine! Hep yurt dışına göçen Türkler'in öykülerini paylaşıyoruz. Bu sefer Türkiye'de yaşayan bir Amerikalı'nın öyküsünü paylaşmak isteriz. Ne dersin?" diye yazıyorum.
Sağolsun, beni kırmıyor, teklifimi kabul ediyor. Aşağıdaki röportajın bazı yerlerini bilinçli olarak Turklish olarak bırakıyorum. Lütfen alıcılarınızın ayarı ile oynamayın.
Karşınızda Twitter'da 52 bin takipçisi olan, yerli ve milli bir Amerikalı, bir İstanbul sevdalısı Jared Wall.
Tabii ki. Amerikalıyım. Midwest'te büyüdüm, Minnesota'da üniversiteye giderek, İngiliz Dili ve Edebiyatı ve Orta Doğu Araştırmaları okudum. 36 yaşındayım. İki işim var. Neredeyse 15 yıldır, öğretmenlik yapıyorum. Uzmanlık alanım genç ve yetişkin eğitiminde, dil, edebiyat ve yazı... Zamanımın geri kalanı ise gelecek neslin Turklish ustası, kızım Juliet Wall'u yetiştirmekle geçiyor. Sadece 2 yaşında olmasına rağmen şimdiden Obi-Wan'ın Luke Skywalker gibiyiz. Kısa sürede benden çok daha hızlı ve iyi oldu.
Üniversite yıllarımda düştü. Yurt dışı eğitim programıyla, Türkiye'de Boğaziçi Üniversitesi'nde, Fas, Mısır ve Yunanistan'daki üniversitelerde okuma şansım oldu. İstanbul'u çok sevdim. Manzarası, tarihi, yemekleri, gece hayatı derken, İstanbul'a dair her şeyi çok sevdiğimi fark ettim. Mezun olduktan sonra gelip burada öğretmenlik yapmaya ve yaşamaya karar verdim.
Türkiye'de yaşama kararı aldıktan sonra, Türkçe öğrenmeyi kafaya koydum. Dilbilgisi kitapları, romanlar satın aldım, diziler izledim. İngilizce bilmeyen insanlardan benimle Türkçe konuşmalarını rica ettim. Birçok şey denedim. Ama en büyük yardım çok iyi ve sabırlı bir Türkçe öğretmeni olan eşimden geldi. Türkçe dizileri izlemek de dinleme ve anlama kabiliyetimi çok geliştirdi.
İlk öğrendiğim kelimeler 'merhaba', 'teşekkür ederim', 'ekmek var mı', 'allahaısmarladık' ve 'bebek'. 'Teşekkür ederim'i, yıllarca doğru dürüst söyleyemedim. 'Allahaısmarladık'ı kimse pek kullanmıyor, dolayısıyla hafızaya kaydetmek için en faydalı kelime değildi. 'Bebek'i, Boğaziçi Üniversitesi orada olduğu için öğrendim. Onun da bir faydasını görmedim.
Türkiye yurt dışına çıkarak ziyaret ettiğim ilk ülkeydi. Bir Amerikalı olarak Paris'e de gitsem bir kültür şoku yaşayacaktım, İstanbul'da elbette yaşadım. Batıdan gelen insanların Türkiye ile ilgili çok yanlış algıları olabiliyor. Yok "Orada Arapça mı konuşuluyor?", yok "İnsanlar deveye mi biniyor?" Türkiye'nin büyük bir çöl olduğunu sananlar bile var. Ben böyle düşünmüyordum. Ama ne beklemem gerektiğini de bilmiyordum. Havaalanından servise bindiğim günü hiç unutamayacağım. Rumeli Hisarüstü'ne giderken yolda dev bir billboard görmüştüm. Üstünde de kumlarda bikiniyle yatan bir kadın... Reklamda ne yazdığını anlamadım ama hâlâ o yeşil bikininin şoku üzerimdedir. Kendi kendime "Burası kesinlikle Ortadoğu değil" dediğimi hatırlıyorum.
Türk kültürünü birçok yönüyle seviyorum. Öne çıkan başlıklar, misafirperverlik ve Türk yemekleri... Twitter'da da en çok bu konularda yazıyorum. İnsanların kibarlığını seviyorum. İstanbul gibi büyük bir şehirde bile komşuluk var ki Amerika'da bunu bulmak çok zor. Ayrıca Türk aileleri, Amerikan ailelerine göre birbirlerine daha bağlı. Burada insanlar birbirlerine destek oluyor ve güvenebiliyorlar. Türk dilini seviyorum. Bir yabancının az çok Türkçe konuştuğunu gören Türkler'in, duygulanmasını seviyorum. Türk insanlarının kalplerinde, dillerini öğrenmeye çalışan ve kültürlerine saygı duyan yabancıların özel bir yeri var.
Evet, Türkiye'de yaşayan ve tanıdığım yabancıların da en az yarısı 2016-2018 yılları arasında ülkeyi terk etti. Birçok kişi için o yıllar, üzüntü ve endişe doluydu ve birçok insan için bu duygular hâlâ devam ediyor. Her ülkede olduğu gibi eğitimli ve kalifiye insanlar daha mobil. Ülkeyi terk edenler arasında tanıdıklarım olan birçok Türk iş insanı ve doktor da var. Umuyorum ki bu trend bir gün tersine dönecek ve giden tüm yetenekli insanlar geri dönüp ülkeyi yeniden canlandıracak. Bu olana kadar, biz kalanların görevi, eğitim seviyesini en üst seviyede tutmaya devam etmek, kültür-sanatı desteklemek, gece hayatını canlandırmak ve Türkiye'yi muhteşem yapan şeylerin muhteşem kalması için elimizden ne geliyorsa onu yapmaya devam etmek.
İstanbul'da kadın olmak zor olabilirken, beyaz tenli, kahverengi saçlı Amerikalı bir erkek olmak zor değil. Bu özelliklere sahip herkes, İstanbullu sayılır. Birazcık da Türkçe biliyorsanız, hayatınız süper kolay ve keyifli olacaktır. Benzetmen bence uygundur. Istanbul'da Amerikalı olmak, Newyork'ta İngiliz olmaya benzeyebilir. Orada da İngilizlere ve İngiliz aksanına bayılıyorlar çünkü...
Türkiye'ye adımımı atmamla birlikte, Amerika-Irak savaşı başladı. Tanıdıklar, "Orada insanların kafalarını kesiyorlar, bilmiyor musun?" demeye başladı. Hepsine tek tek, Türkiye'nin NATO üyesi olduğunu, Türklerin Arap olmadığını, İstanbul'un çok gelişmiş bir megakent olduğunu anlatmaya çalıştım. Kanıt olarak da fotoğraflar paylaştım. Hükümet görevlisi olarak çalışan annem, Türkiye'yi ziyaret ettikten sonra, işyerine dönüp, çektiği fotoğraflarla Türkiye prezantasyonu yaptı. İş arkadaşlarının Türkiye'nin, özellikle de İstanbul'un güzelliği ve modernliği karşısında büyülendiğini söyledi. Zamanla Türkiye'nin ne kadar muhteşem bir yer olduğu konusunda herkesi ikna ettim. Zaten, ailem ve arkadaşlarımın çoğu bizzat gelip kendileri gördü.
As birçok insan have pointed out, Turklish has been spoken, and to a lesser extent written, since the ilk Türk learned İngilizce and since the ilk yabancı started learning Türkçe. Ancak sosyal medya bize bunu yeni bir dil olarak kodlama fırsatı verdi. Turklish artık plaza insanlarının, Boğaziçi ve ODTÜ mezunlarının tekelinde değil, hepimizin kullanımına açık. Sosyal medya ve mizaha gelirsek, orada bir hiyerarşi yok. Kimse hangi üniversiteden mezun olduğunla, hangi işi yaptığınla ilgilenmiyor. Tüm ilgilendikleri dili ne kadar etkin kullandığın ve onları ne kadar güldürdüğün!
Vallah I don't know. Planlamadım. Mecburiyetten çıktığını düşünüyorum. Türkçe konuşurken çok rahatım, fakat Türkçe'yi okulda öğrenmediğim için yazmaya gelince tıkanabiliyorum. Ancak, Türklükle ilgili konularda kendimi ifade etmeye çalışırken, düşüncelerim, kelimelerim ve ifadelerim çoğunlukla Türkçe'ye kayıyor. Kafamdan geçen şeyin İngilizce tam karşılığı olmuyor, ya da Türkçe haliyle daha komik veya anlamlı oluyor. Dil öğrenmekle ilgili en muhteşem şey de bu bence... Kaçınılmaz olarak, bir dilde diğer dilden daha iyi işlev gören ve çevrildiğinde anlamını kaybeden yeni fikirler, kelimeler, ifadeler üretiyorsunuz.
Birkaç etken bir araya geldi. Birincisi güncel konular üzerinde yazıyorum. Türkiye'de günbegün olan olayların nabzını tutmaya çalışıyorum. Bir diğeri, içinde biraz da olsa Türkçe kelime olan tweet'ler İngilizce'ye ilgi duyan ama İngilizce iletişim kurmakta zorlanan insanlar için daha anlaşılır oluyor. İngilizce seviyesi düşük olan, basit ve eğlenceli şeyler okumak isteyenler, içinde ana dillerinde kelime geçen tweet'leri rahatlıkla anlayabiliyorlar. Bir de Türkler, dışarıdan gelen bir yabancının kendi ülkelerine bu kadar yatırım yaptığını, kültürlerini ve dillerini bu kadar çok sevdiğini, onları anladığını ve günlük yaşamlarıyla empati kurduğunu görmekten hoşlanıyorlar.
Evet birkaç ünlü isim beni takip ediyor. En meşhuru kuşkusuz Barack Obama. Kenan Doğulu, Gülse Birsel, Can Dündar, Damla Sönmez gibi isimler de ünlü Türk takipçilerim arasında...
En çok retweet'lenen tweet'lerim genellikle en çok beğeni alanlar oluyor. En popüler tweet'lerim yemekle ilgili olanlar. Sanıyorum en beğenilen, Türkiye'nin hızlı artan vejetaryenlik oranı ile ilgiliydi. İnsanların et almaya bütçelerinin yetmemesinin vejetaryenlik sayılmadığını yazmıştım.* Başka bir tweetim Türklerin sabırsız doğduğu, bu nedenle soğumasını bekleyemedikleri için her yemeğin üzerine yoğurt döküp yedikleri üzerineydi. En çok retweet'lenen tweet'im ise Türkiye'de geçirdiğim ilk 10 Kasım ve Türk insanlarının Atatürk'e duyduğu hürmet üzerineydi.
Estağfurullah. Bana göre gözlemci olmanın ilk kuralı, seyahat etme duygusunun, bir yere ilk geldiğin zamanki yenilik duygusunun sürdürülebilir olmasıdır. Farklı bir yere gittiğinizde, muhtemelen gördüğünüz her şeyi beyninize kazırsınız, çünkü size değişik ve ilginç gelir. Bir yerde doğup büyüdüğünüz zaman orayla ilgili her şey size normal gözükür, dolayısıyla gözlemlemekten vazgeçersiniz. Cem Yılmaz gibi bazı insanlar özel bir yeteneğe sahip ve gözlemlemeye devam edebiliyorlar. Bu becerisini nasıl bu kadar taze tutuyor anlayamıyorum ama eminim konunun üzerinde çok düşünüyordur.
Yetenek ve becerilerimin sahneye uygun olduğunu düşünmüyorum. Öte yandan bir televizyon dizisi veya şovu için seve seve sitcom yazmak isterim. Yazar değilim ama yazılı ortamda kendimi çok rahat ifade edebiliyorum.
Amerika'ya son gidişimde tersine kültür şoku yaşadım. Amerika'nın kalanından çok daha farklı bir yer olan California'yı ziyaret ettim. Eski ve zorlu toplu taşıma sistemi, köhne bankacılık sistemi, telefon servislerinin çalışma şekli çıldırtıcıydı. İnsanların davranış şekilleri garipti. İstanbul'a eve döndüğümde derin bir "Oh" çektim.
Sonsuz bayram. Istanbul during bayram is the best place on earth. Kilyos'tan Ömerli'ye 45 dakikada arabayla gitmediyseniz, Moda'da paralel park etmek zorunda kalmadıysanız, Ortaköy trafiğine takılmadan Bebek'e varmadıysanız İstanbul'u yaşamamışsınız demektir.
Rica ederim. It was my pleasure.