Bu hafta Kanada'da yaşadığım seçim sürecinden memnuniyetsizliğimi dile getirmek, Türk kardeşlerime içimi dökmek istiyorum. Beni ancak siz anlarsınız.
Filmi 1.5 ay önceye saracağım. Seçim kampanyalarının başladığı döneme... Burada göreceğim ilk seçim olacaktı bu ve neler yaşayacağımızı merak ediyordum. Malum bizim memleketin seçim öncesi aksiyonu, trajedisi boldur. Bir yerlere operasyon düzenlenir, bir beka sorunu olur, terör olayları artar. Televizyon başında kah ağladığımız, kah sinirden tırnak yediğimiz günler geçiririz. Her gün yeni bir olay olur, bir öncekini unutturur. En sonunda suratımızın niye beş karış olduğunu kendimiz bile hatırlamaz hale gelir, "memleket meselesi" deyip geçeriz.
Sosyal medyadan öfkeli paylaşımlarda bulunur, birbirimizin postunun altına binlerce yorum bırakır, hiç tanımadığımız insanları tehdit etmekte veya "vatan haini" ilan etmekte bir sakınca görmeyiz. Arkadaşlarımızla gelecek seçimlerin sonuçlarıyla ilgili hararetli tartışmalara girer, yeri geldiğinde kavga eder, hatta küseriz. Çayımızı ve kovayla çekirdeğimizi önümüze koyup, televizyonlarda seçim programı yapan gazetecilere sallamak da en favori seçim öncesi aksiyonlarımızın arasında yer alır. "Ulan! Her devrin adamı!" diye başlayan saydırmalarımız, televizyona terlik teki fırlatmanın akabinde, kumandanın "kapat" tuşuna öfkeli bir basışla sonlanır.
Biz lider fanatiğiyiz, parti fanatiğiyiz. Adeta futbol takımı tutar gibi, destekleriz partimizi. "Beraber yürüdük, biz bu yollarda, beraber ıslandık yağan yağmurda" şarkısını dinlerken gözleri dolan insanlar var ülkemizde... Romantiktir bizim seçmenimiz, duygusaldır. Partisi, lideri ona ne hizmet vermiş, yeni seçimlerde ne vaat etmiş, vaat ettikleri ne kadar gerçekçiymiş filan bunları sorgulamaz. Körü körüne sadıktır.
Seçim öncesi duygusallık katsayımız da artar. Kimimiz aktif olarak seçim sürecinde yer almak için kolları sıvarız. Yaz vaktine gelen seçimlerde #boyvermeoyver tadında hashtaglerle sosyal medyamızı doldurur, sabahın altısında müşahit olarak okulumuzdaki yerimizi alır, arada koşturarak kendi oy vereceğimiz okula direksiyon sallayıp geri döner, günün sonunda artık çay ve poğaça kardeşi olduğumuz sandık kurulu üyeleri ile birlikte, oyları bizzat sayarken ve ellerimizle çuvallara geri doldururken buluruz kendimizi.
Kimimiz çalınacak korkusuyla sandıkları terk etmez, oy çuvallarının üstünde yatar, kimimiz yolda çalınır endişesiyle oyları Yüksek Seçim Kurulu'nun kapısından içeri girene kadar arabasıyla takip eder.
Nihayet seçim sonuçlarının açıklanacağı akşam yine damacanayla çayımızı demler, ailemizle veya arkadaş grubumuzla yine televizyonun başına geçer, il il sonuçları takip eder, "Şurası kırmızı oldu, şurası sarı oldu. Allah be, bilmem kimin oyu şurada şu kadar artmış be!" nidalarıyla sonuçları canlı izleriz.
Kimimiz için zafer, kimimiz için büyük bir hayal kırıklığı ile sonlanır o gün. Yine de görevimiz bitmez. "Oy ve Ötesi"nin sitesine girip çekirdeklerimizle birlikte T3 tutanaklarını çitlemeye başlarız. Bir de güzel bağımlılık yapar. Oh kontrol et, geç, usulsüzlük varsa bildir, geç. Sabaha kadar, gözlerimiz şeşi beş görene kadar devam ederiz. Çünkü neden, çünkü bizim memlekette oyunu seven, kendi sayar!
Şöyle bir memleketin seçim sürecine hızlı bir göz attıysak, Kanada ile karşılaştırma kısmına gelelim. Kanada'da bırakın böyle bir aksiyonu, sokaklardan geçen şarkılı türkülü seçim otobüsleri, binalardan binalara sarkan dev parti bayrakları, çöplerden ve bayrak kirliliğinden savaş alanına dönen miting meydanları dahi yok. En fazla vatandaşlar oy verecekleri milletvekilinin pankartını evlerinin önlerine asarak onlara destek olmaya çalışıyor.
Parti liderleri televizyona çıkıp tartışma programlarında sitcom tadında nezih nezih konuşuyorlar, birbirlerini tehdit filan etmiyorlar, boğazlarına yapışmıyorlar. Buna rağmen bu seçim Kanada tarihinin en edepsiz, adapsız seçimi olarak değerlendiriliyor. Geçenlerde bir programda Muhafazakar Parti Lideri Andrew Scheer, başbakan Justin Trudeau'ya "Kaç kez siyah surat maskesi* taktığını hatırlamamana şaşırmıyoruz, çünkü sen hep maske takıyorsun. Sen göçmenlerin yanında göçmen dostu maskeni, işsizlerin yanında işsizliğe çözüm maskeni takıyorsun. Mr. Trudeau, sen -mış gibi yapmakta uzmansın, sen bir şarlatansın, sen sahtekarsın ve bu ülkeyi yönetmeyi hak etmiyorsun!" diye hitap ediyor da, şöyle bir heyecanlanıyorum, şimdi bu Justin, Andrew'a Yaradan'a sığınıp, "Hoop! One Minute!" diye girişir mi acaba... Yok sadece yüksek sesle itiraz ediyor. O sırada, Yeni Demokratik Parti lideri Jagmeet Singh lafa giriyor. Esprili bir üslupla "Mr. Deny (Bay İnkar; Trudeau'yu kastediyor) ile Mr. Delay (Bay Geç Kalmış (Scheer'ı kastediyor) arasında bir seçim yapmak zorunda değilsiniz. Bambaşka bir seçeneğiniz var, diyerek kendini gösteriyor" ve izleyiciler arasında bir kahkaha kopuyor. Yine elde aksiyon sıfır!
Seçim çekişmesi, Liberal Parti ve Muhafazakar Parti arasında geçse de, Kanada'da Rhinoceros (Gergedan) Partisi'nden tutun da, Marijuana (Kenevir) Partisi'ne tam 16 resmi parti var. Evet, parti isimleri gerçek! Hayır, dalga geçmiyorum. Bir de aşırı sağ uçta Kanada Halk Parti'si var. Lideri Maxime Bernier. Bu munzur Gergedancılar, seçimlerden önce başka bir Maxime Bernier isimli vatandaş bulup, partinin başına geçirmişler. Belki seçmenler karıştırırlar da, Halk Partisi'nin oyları düşer diye... Başarmış da olabilirler, Bernier kendi bölgesi Beauce'yi bile kaybetti ve parlamentoda tek koltuk sahibi dahi olamadı. Yahu biz niye düşünemedik bunu daha önce!
Peki ne oluyor, derseniz, Kanadalılar sabah kalkıp, oylarını verip, akşam yatıyorlar. Oh! Ne ala! Oylarını da partiye, ya da başbakana değil, seçim vaatlerini değerlendirerek, yaşadıkları bölgenin milletvekiline veriyorlar. Önceki seçimde Liberal Parti'ye oy veren biri bu yıl daha iyi hizmet alacağını düşünüyorsa rahatlıkla Muhafazakar Parti'ye oy verebiliyor. Ipsos araştırmasına** göre Kanadalıların yüzde 45'i sağlık sistemini, yüzde 30'u satın alma gücünü, yüzde 24'ü vergileri, yüzde 19'u iklim değişikliğini, yüzde 19'u ise ekonomiyi düşünerek oy veriyormuş. Elbette parti politikalarını ve liderini de göz önünde bulunduruyorlardır ama onlar için esas önemli olan, onları parlamentoda temsil edecek olan milletvekili. Esasen, oy vermeye bayıldıkları da söylenemez. 2015 seçimlerinde nüfusun yüzde 68.5'u sandık başına gitmiş. Bu 1993'deki seçimlerden sonra ki en yüksek oy kullanma oranıymış. Bir de yerim ben sizi canlarım ya, %19'u iklim değişikliğini düşünüyormuş. Bizim ülkemizde bunu düşünerek oy vereceğimiz, derdimizin sadece "iklim değişikliği" olacağı günler gelecek mi acaba?
Burada seçimden önce halkın en çok uyarıldığı konu, "Doğru Haber"e ulaşmak. "Sahte ve Kaynağa Dayalı Gazetecilik" konusunda sürekli haberler yapılıyor, broşürler dağıtılıyor, seminerler düzenleniyor. Bu seminerlerden birine ben de katılıyorum. Bu da önümüzdeki haftanın yazı konusu olsun.
Dağıttım konuyu... Ne diyordum, Kanadalılar oylarını verip yatıyor ve sabaha seçim sonuçlarını bekliyor. Çünkü esasen kim seçilirse seçilsin onların hayatında çok büyük bir şey değişmiyor. Bir sonraki gelen, bir önceki gelenin kendince yanlış bulduğu şeyleri düzeltmeye çalışıyor. Her şeyi çöpe atıp sıfırdan başlamıyor.
Kısaca kardeşlerim, hayat burada bugün olduğu gibi yarın da aynı olacak.
Justin Başgan'a gelince, 2015 federal seçimlerinde yüzde 40 oy oranı ve parlamentoda 189 sandalye ile tek başına iktidar olmuşken, şu saatlerde (Vancouver, 21:41 pm) yüzde 32.93 oy oranı ve parlamentoda 156 koltukla azınlık hükümeti kurmaya hak kazandı. Türkçesi, Kanadalılar Justin Başgan'a "Kendine bir çeki düzen ver, ayağını denk al, yoksa bir daha seçmeyiz." dedi. Güç kaybetti ama sonuçta kazandı. Gün onun günü!
*: Geçtiğimiz ay, Justin Trudeau'nın gençlik yıllarında ve daha sonraki yıllarda katıldığı üç ayrı kostümlü partide "siyah surat maskesi" giydiği görüntüler ortaya çıktı ve Trudeau ırkçılıkla suçlandı. Kıyamam, defalarca özür diledi. "Gençtim, cahildim, bilmiyordum" filan diyerek seçim öncesi epey çizilen karizmasını toplamaya çalıştı.
**: Ipsos; Eylül 11-13, 2019 anketi, +- %2.2 sapma ile; Eylül 20-23, 2019 anketi +- %2.9 sapma ile